
ÖNSÖZ
“Omurganın Fülütü” için
Hepinize birden,
sevenler, sevmiş olanlar,
sığınmış ikonalar mağarasına ruhun,
şarap dolu bir kadeh gibi bir şölende ben
kaldırıyorum şiirle dolu kafamı.
Düflünürüm sık sık –
ne hoş olurdu
bir kurşunla bitirseydim işimi.
Bugün
ne olursa olsun artık
veda konserimi veriyorum ben.
Ey bellek!
Topla beynin salonuna
sayısız sevgilileri dizi dizi.
Gözden göze gülüş boşalt.
Donat gecesini geçmiş düğünlerin.
Gövdeden gövdeye sevinç boşalt.
Unutamasm hiç kimse bu gecemizi.
Flüt çalacağım bugün
kendi öz omurgamla.
(Sait Maden)
OLANCA SESİMLE
1
Sözcüklerin gücünü, çınlayan sözcüklerin gücünü biliyorum,
Kalabalıkları kendinden geçiren sözcükleri değil.
Başka sözcükleri, hani ölüleri toprak fışkırtan,
çatırdıyan bir meşenin adımları gibi kefenleri görüntüleyen.
Çoğu kez, ne okunmuş, ne basılmış
sözcüklerdir onlar,
atılır çöp sepetine
Ama oradan çıkar ve ağızlarında gem
dörtnala kalkarlar,
gümbürderler yüzyıllarca, trenler gelir sürüne sürüne
yalamak için uyuz ellerini onların.
Biliyorum sözcüklerin gücünü. Hiç değilse bunu.
Hiç değilse, bir dansın topukları altındaki gül yapraklarını.
Oysa, insan benliğiyle, dudakları ve gövdesiyle…
II
Az mı? Çok mu? Buruyorum elleri
ve parmakları,
kopmuş yapraklar, yel alıp götürüyor onları.
İşte böyle söküp çıkarılır gizleri
Mayıs ayında keçiyolu papatyalarının.
Ustura ve makas bırakın diken diken olsun
gümüş telleri saçlarının.
Bırakın tınlasın gümüş yığını yılların.
Umutluyum, inanıyorum ki: Hiçbir zaman
dize getirmeyecek beni
utanç…
(Teoman Aktürel)
LİLİCİĞİM
(Mektup yerine)
Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh’ın Cehennem’inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan
çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni.
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yakınışı›.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın seni
taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları m›
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.
MARŞIMIZ
İsyanın ayak sesi, alanları döv!
Yukarı, gururlu bafllar dizisi!
Biz, ikinci Nuh tufanıyla
Yeniden yıkayacağız dünyanın tüm kentlerini.
Günlerin öküzü hantal,
Yılların kağnısı ağır,
Tanrımız koşudur bizim
Yüreğimizse davul.
Altınımızdan daha yücesi var mı?
Kurşun vızıltısı mı bizi sindirir?
Çınlayan seslerimizdir o altın;
Silahımızsa, türkülerimizdir.
Yeşilliklerle örtülsün kırlar
Serilsinler günlerin altına;
Gökkuşağı koşum olsun
Yılların küheylanına –
Gök pek sıkkın görünmede nedense,
Onsuz dalgalandıralım türkülerimizi,
Hey, Büyük Ayı! söyle de
Oraya yaşarken alsınlar bizi
Mutluluğu iç! Türkünü söyle!
Bahardır akan damarlarımızda.
Vursun savaş temposunu yürek
Bakır bir trampet olan bağrımızda.
(Ataol Behramoğlu)
AŞK
Bir olasılıktır evet
gene de bir olasılıktır
ki hayvanat bahçenizin bir dönemecinde
göz açıp kapayıncaya kadar
çıkar birdenbire ortaya
ve salınır da salınır
– o da hayvanları severdi hep –
salınır gülümseyerek
çekmecemdeki fotoğrafta gülümsediği gibi..
evet..
bakarsın gülümseyiverir.
Ve güzeldir o
diriltmeğe değecek kadar güzeldir.
Ve sizin Otuzuncu Yüzyılınız
bizi paramparça eden hiçleri
aşacaktır şüphesiz.
Ve bundan böyle derim ki
sevmediğiniz ne varsa sonuna kadar
sevelim
acısını çıkarırcasına..
Dirilt beni
günlük hayatın o saçma
o ahmakça yanını reddedip
seni bir şair gibi
bekledim diye
dirilt beni
sadece bunun için dirilt!
Dirilt beni
en doğal hakkımı istiyorum!
O hizmetçi-aşk olmasın artık
evlenmeler
zinalar
başlıklar olmasın diye
ve aşk
iki kişilik yataklardan
öfkeyle fırlayıp
bütün evren boyunca salma salma dolaşsın diye
dirilt dirilt
insanlar
acıyla soysuzlaşan gün ışığını
artık ağlayarak dilenmesinler diye
dirilt beni.
Dirilt ki
“Yoldaşlar!” diye kopan ilk çağrıda
tüm insanlar doğrulsun
köpek yuvasını andıran evlerden
kurtulup yaşamak için.
Dirilt
evet dirilt ki
bundan böyle
aile denen şey
baba
hiç değilse tüm evren
ana
hiç değilse yeryüzü olsun.
(Attila Tokatlı)
DÖNERİM SANA
Sonunda limana döner bütün filolar,
bütün trenler soluk soluğa koşarlar gara;
ben hepsinden çok daha hızlı koşarım sana
büyük bir aşkla sevdiğim için
beni sana çekip sürükleyen bir aşkla.
Hani cimri şövalyesi Puşkin’in
iner ya bodrumunu gezinip seyretmeye,
sevgilim, ben de döner dolaşır sana gelirim.
Tapınır yüreğim benim için çarpan yüreğine.
Günsonu sen sevinçle dönersin ya evine,
yıkanır arınır çıkarsın ya banyodan,
ben de aynı sevinçle dönerim sana;
sana doğru koşarım evime döner gibi..
Yeryüzündeki tüm insanlar sonunda
toprak ananın koynuna dönmezler mi?
Hepimizin en son döndüğü yuva.
İşte benim yüreğimde de sanki
öyle bir şey var ki sana çekiyor beni;
daha senden ayrıldığım anda,
uzaklaşmadan içimi kavurur dönme isteği.
(Gönül Gönensin)
ŞAİR İŞÇİDİR
Bağırırlar şaire:
“Bir de torna tezgâhı başında görseydik seni
şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki…”
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa işim daha da zor demektir bu…
Bilirim
hoşlanmazsınız boş laftan
kütük yontarsınız kan ter içinde.
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle..
Kim daha üstün, şair mi,
yoksa insanlara
pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde.
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek.
Haydi! laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmad›r bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoıru!
unculuğa!
değirmen taşı döndürmeğe laf suyuyla!
(Ataol Behramoğlu)
BİLİRİM GÜCÜNÜ SÖZCÜKLERİN
Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.
Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktılar mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.
Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar,
insandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.
(Sait Maden)
SENİNLE
Geldin ve gözledin beni,
usta bir bakışla,
boylu poslu, gür
sesli toy bir çocuğu gördün.
Kalbine el koydun onun,
aldın onu, oynadm gönlünce,
nasıl küçücük bir kız çocuğu
lastik topuyla oynayıp sevinirse.
Ve seyreden her kadın
ister evli, ister ergen,
şaşkınlıkla söylenir ardımdan:
sevilebilir mi böyle bir adam?
Hoplayıp zıplıyor çocuklar gibi.
Böylesine, ancak güçlü kuvvetli
hayvan eğitmeni bir kadın gerek.
Bir kadın, hayvanat bahçesinden.”
Ama gülüp geçiyorum ben.
Yok artık, yok artık boyunduruk!
Sevinçle geçiyorum kendimden,
çılgınlar gibi zıplayıp koşarak.
Görün beni, işte bu benim!
Hintli rakkaseler gibi,
yaşıyorum bir kuşun sevincini,
bir tüy gibi havalanıyor kalbim.
(Gönül Gönensin)
KEDER
Rüzgâr, umutsuz, boşuna
dövünüp durdu insafsızca.
Karartarak damlayan kanı
ürpertip damların omurgasını.
Ve bir yalnızlık düşkünü yine
doğdu dul kalmış ay gecede.
(Erdal Alova)
SON MEKTUP
(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)
Hepinize!..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü.
Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni.
İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),
ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet yoldaş!
Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim
ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’dan ibarettir.
Yaşamalarını sağlarsan, ne mutlu bana..
Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, ne lazımsa onlar yapar.
“Bir varmış bir yokmuş” derler hani:
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına
kafa tutabilir mi?
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Acıları mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
h a t ı r l a m a ğ a b i l e d e ğ m e z:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
yeter
MAYAKOVSKİ
(Attila Tokatlı)