ÇOCUKLARIMA / Aziz Nesin

31/07/2011

 

ÇOCUKLARIMA

 

Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalmamalı senin gibi güzel

Örnegin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek

De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı

Diyelim zindana düştün bir ip al
Görmediğin yıldızları diz ipe bir bir
Sonra yıldızlardan kolyeyi
Düşlemindeki sevgilinin boynuna geçir

Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış

Dalga mı geçiyor düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler

Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar

Aziz Nesin


BIKTIM BÖYLE / Turgut Uyar

30/07/2011

 

BIKTIM BÖYLE

 

Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum
ama ekimin onbeşiydi onu biliyorum
ekimin onbeşiydi ama
ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin
bir sur önünde miydik bir yolda mı
semtini bilmediğim bir karakolda mı
sonra topluca bir bahçede durduk

bıktım böyle sayrılıklardan
ateşim çıksa neyse ne
neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
bir büyük savaşta Kıbrıs kıyılarında
vurulan ve ölen bir askerin
çelik miğferi gibi
dipde ışıltısını görüyorum yalnız
elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
sazlıklara vuruyorum belleğimi

zâlim bir ilk yazdı ama yaşadığımız
işte bunu unutmamalı unutmamalı
bir ölüm nefes alırken bir dudakta
öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
miğferin paslandığını usul usul
bir yangının söndüğünü
ve suların pırıl pırıl kaldığını
bir otobüs Mersin’den Mardin’e giderken

o zaman aşkınla dol kalbim
nerden ne kadar derlediysen o kadar
senin kendine seçtiğin alâmet-i farika
uzun bir gece görünümünde geçerli hâlâ

Turgut Uyar


ÇİÇEKLİ ŞİİRLER YAZMAK İSTİYORUM BAYIM! / Didem Madak

24/07/2011

1970 – 23 Temmuz 2011

ÇİÇEKLİ ŞİİRLER YAZMAK İSTİYORUM BAYIM!

……………………………..”Zenciler prensesi olacağım.
……………………………..Hayat işte asıl o zaman başlayacak”
…………………………………………………….Pippi Uzunçorap

Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!

“Gün akşam oldu” diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kâse dolusu suyun içinde
Rengârenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.

On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da “organzm gıcırtıları” oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
“Sofi’nin tercihini” seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir “eşya toplayıcısıyım” bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

Didem Madak


BALIKLARIN GÜNEŞİ / Melih Cevdet Anday

24/07/2011

 

BALIKLARIN GÜNEŞİ

 

Balıkların güneşi yapın beni
Yosunlar arasında parlayayım
Batık bir eski para gibi.

Bulutların ikindi çanı yapın beni
Rüzgârla yedi kez soluklanayım
Asma yaprağının değdiği.

Ağaçların belleği yapın beni
Kuşlarla her gün tükeneyim
Çiğ tanesinden dara gibi.

Gökyüzünün bağcısı yapın beni
Şarabın bayrağını taşıyayım
Yıldızların delik deşik ettiği.

Taş gibi maviye boyayın beni
Zakkumların dibine atın beni
Irmağın güncesine alın beni.

Melih Cevdet Anday


ÜÇ IŞIK / Mahmut Temizyürek

10/07/2011

Üç Işık

Mail’in ekranında yanan üç ışık;
bazen üç yeşil bazen tek kırmızı bazen karışık:
Ertuğrul Kürkçü,
Hüseyin Cahit Kerse,
Süreyya Karacabey.
Sıralar değişiyor olsa da
yeşilin kırmızıya uyumuna
gözüm tanışık.

Ertuğrul;
hep çalışıyor,
Bizim Sysphos taş düşünce taşıyor gece gündüz.
Tanrılara kafa tutmuş genç yaşta
bedeline çoktan alışık.

Süreyya,
eli mahkûm; yerleşik akla karşı
mutsuz bilinç, negatif diyalektik
huzursuz öfke deli neşe karmakarışık.
Kendinde bir divane, kerem bir âşık.

Kerse
çalışıyor; doğduğundan bu yana sanırım,
elleri şiire rahimden bulaşık.
Kan tutmuş da uğunuyor durmadan
Beden yorgun ama yürek kamaşık.

Mailin gözlerini her açışta
kıyısında hiç sönmeyen üç top ışık.

Mahmut Temizyürek


LİLİTH’İN ÇOCUKLARI / İsolde Kurz

10/07/2011

 

Tamamıyla kendine has bir üslupla bizi Lilith’e götürecek yolu, bu yüzyılın başlarında kadın şair İsolde Kurz açmıştır. 1908’de ilk basımı yapılan “Lilith’in Çocukları” adlı şiiri ilginç olduğu kadar gizemli bir orjinaliteye sahiptir ve bugüne kadar henüz bir benzeri yazılmamıştır. Daha yeni bulunmasına rağmen değeri takdir edilmeyen bir hazine gibidir. Şair, mitosun ana hatlarını öyle değiştirmiştir ki zaman zaman okuyucuya gülümsemekten başka bir çare bırakmaz. En sonunda okuyucu, “Evet, sadece böyle olmuş olabilir.” demek zorunda kalır. Dinleyin:

 

Lilith ve Adem, Çatışmalarla Dolu Bir Aşk İlişkisi

Zirveler alev alır almaz
Ve ilk kuşlar sabah ışıklarının haberini verir vermez
Lilith kayalardan oluşan sarayından bedenini çıkarır
Ve hımbıl eşini uyandırır

“Uyan Adem! Güneş el sallıyor
Sislerin hayaletleri gözden kayboluyor
Çimenlerin üstünde saklanıyor
Her yaprakta çiğler parlıyor
Gün bizi selamlıyor
Su damlaları ve bülbül sesleriyle
Uyan Adem uyan!
Tavşanlar su içiyor çaydan
Beni bulmak istiyorsan yeryüzünde
Veya gökyüzünde
O zaman koşmaya hazırlan!
Uyan Adem uyan!”

Dostu onu duyar
Ve uyku sersemi bir şekilde ortaya çıkar
Fakat nerededir aşkın ödülü?
Yaramaz Lilith kaçmıştır bu arada
Böylece günbegün ayrı terane:
Erkek gelir kadın kaçar bir yere
Bataklık ve çayın olduğu sazlıklarda
Saklanır kadın ve aratır onu hızlı adımlarla
Dağ ormanlarında kayınların çatısının altında
Dikenlerin ve çalıların arasında
Lilith! diye bağırır belki yüzlerce
Her ovaya her vadiye ayrıca
Uzatır kollarını boşluğa
Kywitt! diye karşılık gelir ağaçlardan.
Orada bir kuş alay ederek oturur
O ise öfkeyle bir taş savurur
Ah! hayvancağız onun elinden kaçar
Yumruklarıyla ağacı köklerinden söker
İçinde oturup şarkılar söylediği kuşun
Sonra atar kendini ağlayarak çimenlerin üstüne.

Ama durun bir gölge geniş ve eğri
Düşer yolunun üstüne Adem’in
Ve durur karşısında sabahın kızıllığında
Aziz Cebrail cennet habercisi:

“Beni en yüce kral gönderdi
Bakmam için sevgili insan çiftimize.”

O zaman Adem ona acılarını iletir:
“Ah keşke yaratılmamış olsaydım
Yanımda yaşayan bir ateş var
Hep kavga etmekte Lilith benimle
Bu bir işkence, bir azap
Bir ormanların arasında koşturmaca
Efendi bize emrettiğinden beri
Her şeye bir isim vermemizi
Ve her birini tanımamızı:
Aslanı, mandayı ve ayıyı
Binlerce üyeli çiçekleri,
Ve hatta yıldızları,
Göğün uzaklarındaki.
Ah sen gül, biz onları da biliyoruz
Aldebaran ve Formalhaud
Yani gördüğümüz hemen hemen hepsini.
Gerçi benim dilim biraz ağır ama
Tanrı bilir nereden
Sanki uçarak geliyor
Ona isimler”.

Karşısındaki konuşur: Efendi’nin tavsiyesine göre
Bizim gibiler keşiş gibi yaşar
Fakat seninki gibi komik ve akıllı bir kadın
Olurdu benim için hoş bir eğlence.

Ve Adem:
“Beni umutsuzluğa sürüklemezdi
Bunca çalışmadan sonra huzur ve tatmin olsaydı.
Ne yaratırsam yaratayım sanki ona az.
Hiç bir şeyden almıyor iki kere üst üste haz.
Görüyor musun orada parlayan mavi aynayı,
Normalde balıkların sonsuz sarayı?
Kısa süre önce onun sınırlarını zorladık
Bizim oldu sanki bizler de bir balık!
Güçlü kollarımızla dalgaları yardık,
Bizi kaldıran ve sallayan suyu etrafımıza sardık,
Kuğular gibi gururlar yüzdük ve daldık,
Çam ağaçlarından sallar yaptık.
Daha sonra tüm yaratılanlara şunu duyurduk,
Suyu da bu andan itibaren insanlara sunduk.
Ama Lilith bana teşekkür etmedi,
Tam bitirdiğimi düşündüğü anda kavga etti,
Onun hatırı için balık olduğumda,
İtmem gerekti gökyüzündeki bulutları da.
Ve ertesi gün ummalıymışım bir kuş olmayı
Böyle demiş işveli rüyası ona
Çünkü uykusunda dahi yok ona huzur.
Dinliyorum onu geceler boyu
Sonsuz bir masalın anlatılışı gibi,
Hayallerin üzerinde bir aşağı bir yukarı çıkmak gibi.
Sanki kirpiklerim yerinden düşüyor gibi.
Bazen rüyalarımda şarkılar söylediğini duyuyorum
Hiç görülmemiş şeylerden bahsettiğini sanıyorum.
Bu nedenle bağladım kanatlarını,
Güçlü ve uzun saçlarını,
Böylece benden kaçamaz,
Bulutların üzerinde uçamaz
Bana daha önceleri söylediği gibi.
Ama yine de her uyandığımda,
Titriyorum huzursuzlukla
Buna rağmen kaçtı mı diye.
Onu kollarımla sardığım zaman,
Korkuyorum ellerimin arasından kayacağından.
Bu acı tatlı işkenceyle
Yakalayıp kaybediyorum onu
Günde yüzlerce defa.
Ve beni alevlendirdiğinde
Sanki her şey onunla birlikte
Aslan çalıların arasında ona hizmet ediyor,
Bataklıkta ve sazlıkta,
Çölde ve toprakta
Her şey onu dinliyor!
Zehirlerle dolu yılanlar
Bedenini sevgiyle sararlar.
Ve girdiğimizde ıslaklıklara
Gelir balıklar ona bakmaya.
Nefret etmek istiyorum ondan
Bana yaptığı işkencelerden,
Yine de bırakamıyorum onu
Sanki çiçekler bile soluyor gibi
Lilith kaybolduğunda.
Onsuz siz birleşir misiniz bilmem ama
Ben acılar içindeyim.”

Öfke ve acıyla böyle şikayet ederken
İner Lilith yükseklerden neşeyle,
Güllerle bezenmiş büyük yuvarlak,
Bir taç bezer alnını,
Ve altın rengi saçları alevden bir deniz gibidir
Bir pelerin gibi arkasından sürüklenir.
Uzun sallanan çiçek zincirleri,
Sarar uzuvlarını,
Bu halde tepelerin ve otlakların üzerinden
Gelir bir aşağı bir yukarı sekerken
Attığı her adımda güzel kokular saçılır etrafa
Ve bir sürü kelebek dolanır havada.
Efendinin habercisini gördüğünde
Eğilir çaprazlanmış kolları ile
Ve atar gülleri onun ayaklarının dibine
Karşılamak için misafiri güzel kokularla,
Dünyevi aşı beğenmeyen meleğe.
Fakat Adem başlar düşmanca bakmaya,
İlk selam ona gelmedi diye,
Ve kadının kollarında olan çiçek demeti
Kendisi toplamadığından sinirlendirir Adem’i.

Ve melek konuşur:
“Aklını kaçırmışsın sen.
Efendi sana bu kız arkadaşı verirken
Düşündü, kendini beğenmiş
Bencil
Kendinden başkasını düşünmeyen seni,
Adam edeceğini.
Avuntu bul diye verdi sana kederlerden,
Onun bedeninin zevk kaynağını.
Birini diğerinin iyiliği için yaratmadı mı?
Şikayetlerinin hepsi bencilce
Hangisinin daha iyi hangisinin daha kötü olduğunu,
Sormak senin vazifen değil
Kadın, Efendi onu neden yarattıysa onu yapıyor,
Sen de O’nun çağrısına boyun eğ!”

Bir ok gibi ortadan kayboldu, sözleri ise
Sağır kulaklardan döndü.
Lilith gönül alarak ona yaklaşmaya çalıştığında,
Bağırdı mutsuz adam ona
Çiçekten zincirleri kopardı boğazından
Ve ayaklarının altında ezdi onları kumda.
Hemen başladı kavga alevli bir şekilde:
“Mutlu olmam zaten senden kaçtığım zaman”
“Biliyorum o yüzden buradan uzaklara kaçacağım”
“Öyle olsun senden bugün ayrılacağım”
Böylece ikisi de ayrıldı
Her ikisinin de kalbi kırıldı,
Kadın dereye, erkek kayaya kaçtı,
Her biri umutsuzca etrafına baktı
Normalde badem yapraklarıyla kaplı ovaları
Aratmıyordu bugün bereketsiz çölleri.
Fakat çok geçmeden Adem başladı çevirmeye boynunu,
Ve Lilith de döndürdü arkaya bakışlarını,
Göz göze gelinceye dek,
Ayakları kendiliğinden hareket edinceye dek,
Bilinçsiz bir şekilde birleşene dek,
Temel güçler tarafından birbirini tutan ve sarılan,
Gökten inen ateşler gibi öpücükler yağana dek.

“Affet beni” dedi Adem yumuşak bir sesle
“Ben toprağın en kaba evladıyım
Sen bunu anlamazsın aydınlık bir ruh olarak
Göğsümdeki hayvan bağırdığında zararlıyım,
Ama kötülük yaptıysam da bedelini ödemeye hazırım:
Ezdiğim güllerin için,
Taştan yakutlar koparacağım senin için,
Parıltısını hiç kaybetmeyen güllerdir onlar,
Tokalar ve zincirler som altından,
Döveceğim ateşte birçok
Seni süslesin diye ey yüce kadın.
Ama fazlasını da düşündüm,
İnşa edeceğim sana taştan bir ev,
Taşıyan ve destekleyen sütunlar olacak,
Koruyan ve saklayan duvarlar olacak,
Ve bu sütun ve duvarların üzerinde ise
Hiç solmayan yapraklar ve çiçekler olacak.”

Lilith konuşur: “Beni saran kolların
Toka ve altınlardan daha güzel,
Kalbin ise hem korunak hem ev
Tüm üzüntümü atarım orada uyuyarak
Ama içinde eylem yapmak için dürtülerin varsa,
O zaman ateşi yak ve vur örse
Taşı şekillendir ve güzel inşa et,
O zaman sevgim hiç soğumaz.”

Böylece göğüs göğüse ve diz dize
Nefes alıp verdiler iç içe.
Gözlerinin ağladığı yaşlardan,
Üzerlerine inen aşk parlaklığından,
Renkli ve tertemiz,
Doğdu başlarının üzerinde gökkuşağı.

 

Havva’nın Gelişi

Yaz ortası sessizliği yerler köz gibi,
Doğa öğlen uykusuna yatmış gibi,
Toprağın elbisesini dağıtan bir rüzgar dahi yok,
İşte Adem sen orda ekinlerin arasında yatıyorsun,
Bir ayağını uzatmış diğerini kendine çekmişsin,
Sol kolunu başının altına koymuşsun,
Adeta huzurun tam bir resmi gibisin,
Hatta o kadar rahatsın ki horluyorsun.

Onda olan tek zayıf taraf:
Onu yaratan yeryüzü fazlasıyla iyi davranır Adem’e.
Severek yayılır içine,
Bırakır tüm dertleri Tanrı’ya,
Fakat böyle olduğunda dahi ruhu Lilith’in peşindedir.
Lila Lilithno! diye seslenir dili ağırlaşmış bir şekilde,
O vakit bir dalgalanma olur altın rengi ekinlerde,
Ve buğdayların arasından yılan gibi kıvrılır
Sammael: “Ah işte istediğim felaket!
Demek böyle buluyorum evrenin en cesur efendisini!
Elohim de onun gibi uykunun gözetimi altında,
Tüm krallık tüm onurları da uykuda,
Bu iyi! Emirin miraşçısı böyle diyor.
Demek sen Sammael’in efendisi olacaksın!
Hayvan kendini ne kadar hayvan hissetse de
Onu topraktan kaldıran yine de Lilith,
Ki bulutlar dünyası ondan uzak durmaya yeminli
Ta ki uçuşuna Adem de katılana kadar,
Örsün üstünde bir çift kanat hazır beklemekte,
Başarısız gerçi, serçe ve kumrular alayla bakıyorlar:
Havalandırma tüyleri yavaş bütün dizayn kaba.
Ama Adem yine de deniyor, deniyor, ta ki başarana kadar
Ve bir kere kuşların şansını yakaladıktan sonra,
Toprak onu güçlükle geri getirebilir.
Evet Sammael senin başyapıtını hazırlama vaktin geldi.

Yaratılış gücüm yeterli olmasa da,
Çömlekçinin nasıl yarattığını gördüm,
Kilden ve balmumundan birçok bebekler yaptım
Ve onlara her türlü cazibe ve baştan çıkarıcılığı verdim.
Ama boşuna, onlara ruh veren nefes eksikti.
Nefesle maddeyi nasıl birleştireceğimi bilmiyorum.
Bu nedenle izin ver Adem sana bir şaka yapayım,
Elim çabuktur ama sana da acı vermem.
Şu çok yorulan kaburga kemiğin var ya,
Hani başının altına koyduğun kolunun öne çıkardığı,
Onu yerinden sökeceğim ama etin kısa zamanda kapanacaktır yerini,
Bundan varolan en zarif şekli meydana getireceğim,
Onu düzeltmek çaba ve sanat gerektirir.
Eğikliği herhalde sadece ona mahsus bir özellik olarak her daim kalacaktır.
Biraz daha yoğurmam lazım! Bedeni gergin ve biçimli olmalı!
Ah işte oldu. Bayağı güzel; bu yeni kadın.
Nefesini ise Adem’in evinden getirecek kendine,
Onu hemen şöyle yanı başına koyayım ki
Güneşin kuluçkasında gelişsin.
Bir tek eksiği var, hem hata aynı zamanda ise şansı:
Bu zarif kaburga parçasının bir beyni yok.
Ama Adem’i elde etmesi bu denli ve bir o kadar da kolay olacaktır.
Hadi bakalım nefes almaya başladı bile! bu kez oldu galiba.”

Sanki uzaktan tınıları dinler gibi,
Peçesinin kokuları içinde,
Gelir Lilith kayaların üzerinden,
Birden bir ses yankılanır kulaklarında,
Sadece yarı algılanabilir bir koronun uzaktan sesi gibi,
Nasıldı, ne dedi? Yine çınla!
Orada yukarıda şarkıların şarkısı söyleniyor
Kendinden çok uzakta mı bunlar belli değil.
Bitti mi? Kulakları onun çağrısına şimdiden sağırlaştı mı?
Gece yarıları böyle sıkça kendini dinliyor kadın
Yıldızlar çelenklerini ördüklerinde,
Şarkılar söyleyerek dağların üzerine çıkan ayı dinliyor.
Ona söylüyor! Hafif ışıltılarla,
Tatlı bir lir sesi ruhunu öpüyor, etrafında dolaşıyor ve susuyor,
Daha sonra bir damla gibi büyük ve sessiz,
Gezegenlerin kardeş topluluğundan,
Batıya doğru bir nehir gibi akan,
Ve Lilith oturuyor kenarında hareketsiz,
Kampın orada sanki donmuş gibi,
Ta ki uyanıp eşi onu akılsızlıkla suçlayana kadar.
Çünkü geceler ne kadar sessiz olurlarsa olsunlar,
Lilith’in kulaklarına dahi nadiren çalınan bu mutluluğu
Onun kulakları, bu yıldızlar orkestrasını duymuyor.
Bugün ise kadının ruhu çok uçuk
Seller halinde onun üstüne iniyor:
Zirvedeki öğlen korlarının arasından,
Güneş dahi katılıyor şarkıya
Ak kendini yukarılara, çok yukarılara atmak istiyor,
Onlara yaklaşıp, onlarla birlikte şarkılar söylemek istiyor,
Altta bulunan bulutları aşmak istiyor,
Onlara yaklaşıp onlarla beraber şarkılar söylemek istiyor!
Kanatları ona neden verildi ki?
Bu onu yukarıya çeken dürtü niye?
Yaratıcı bu ayrıcalığı,
Şakıyan dünya ışıklarına gitme yeteneğini ona vermedi mi?

Ama yalnız gitmek istemiyor
Onsuz olmaz, onsuz olmaz!
O ki istediği her şeyi gerçekleştirebilirdi
Kısa sürede ilk kanat çırpışını yapacaktır kendisiyle.

Etrafına bak Lilith, hayalci!
Gözlerin gökte ne aramakta?
Dünyevi yaşama alanına dikkatlice bak
Nasıl yabancı bir kuş konmuş yuvana
Orada zeytinliklerin gölgesinde
Saçlarını ören çıplak bir kadın oturmuyor mu?
Gözleri yarı baygın bir şekilde açık
Ve hala yokluğun uykusu tarafından mahmur.
Biraz çekingenlikle Lilith yaklaşır kadına:
“Sen de kim oluyorsun yabancı kadın sureti?”
Fakat beriki kafası karışmış bir halde yere bakmaya devam ediyor.
“Ayağa kalk sana elimi uzatacağım.”
Diğer kadın susuyor ve kurşun gibi ağır,
Yere iyice bağlı bir şekilde oturmaya devam ediyor.

O zaman Lilith onun yanına yere oturuyor.
“Uzuvların ne kadar soğuk ve katı!”
Sana baktığımda üzerime bir titreme geliyor,
Seni gördüğümde kalbim endişeyle kasılıyor,
Sanki yanımda bir uğursuzluk varmış gibi.
Nasıl da betin benzin attı!
Üşüyorsan benim peçemi al,
Aslanın kükremelerinde mi korktun,
Yoksa yanımızdan geçen çakaldan mı?
Söyle zavallı şey derdini?”
Boşa çaba! Yabancı ağzı
Ne korku ne mutluluk harekete geçiriyor,
Hala hiçliğin kucağında
Bakıyor gözü yabancı ve ruhsuz

Işığın kızı bunu endişeyle görüyor
Uyuyan kocasını uyandırmak için koşuyor.
“Çayın kenarında oturana bak sevgilim,
Et ve kemikten yapılmış bir şey.
Canlı görünüyor, hafifçe hareket ediyor,
Ama ruhu konusunda endişeliyim.”

“Bu görüntü beni nasıl da derinden etkiledi,”
Der Adem yabancı kadının üzerine eğilerek,
“Benim kemiklerimden bir kemik
Ve etimden bir etmiş gibi.”

Onun bakışlarından ve selamından sonra,
Suret baştan aşağı titremeye başlıyor,
Gözleri onun ışığından ışıldıyor,
Dudakları titriyor ama konuşmuyor.
Isınmaya başlayan uzuvları ve damarlarıyla,
Kendini Lilith’in kollarından kurtarıyor.
Erkeğin önünde dizlerinin üstüne çöküyor
Ve ellerini yukarı kaldırarak dua ediyor.

Adem şaşırarak ona sorular yöneltiyor:
“Kadın sen kimsin, nereden geliyorsun?”
“Ben bütünüyle birleşmek için sabırsızlıkla yanan
Bir parçayım.”
“Fakat efendi sana ne görev verdi konuş!”
“Ben senden başka efendi bilmiyorum
Sen benim efendimsin sen ki toprağı
Ve gökyüzünü gücünle tutuyorsun,
Bakışlarınla çiçeklerin açmasını sağlıyorsun
Bütün nehirlerin aktığı sensin,
Güneşe yolunu gösteren sensin
Hizmetçin burada önünde titriyor ve sana tapınıyor.”

Bu Adem’in içinden yağ gibi akıyor:
“Bu kadın iyi niyetli olmalı
Dudaklarından tatlılık akıyor
Sanki peteğinden akan bal gibi.”

Ama Lilith kadını hemen yukarı kaldırıyor:
“Ah ışığını kaçıran zavallı şey,
Yakardığın Tanrı değil
Bedeninin içinde yaşayan insandır.
Benim eşimdir, sana iyi ve konuksever davranacaktır.
Bu nedenle titreme ve gönlünü ferah tut.
Seni Manna ile doyuracağım
İçecek bir şeyler ve çatı sağlayacağım.
Ta ki kendi kendine bakana kadar,
Bil ki koruma altındasın.”

Ey Lilith, Lilith, algıladığın sınırlara rağmen
Sana verilen bilgeliği göz ardı ediyorsun!
Yılanı koynunda besleyebilirsin,
Ama Adem’in kaburgasından olan şeyi asla!
Ama işte gidiyor yumuşakça sarılmış bir şekilde o kadına
O kadın ki evin kapısında hala geriye dönüp erkeğe bakıyor.

 

Lilith veda ediyor

Havva’nın sayesinde Adem kısa zamanda tamamıyla değişir; –Ama Lilith’in dehşetle farkına vardığı gibi– iyi bir şekilde değil:

 

Adam artık eskiden olduğu kişi değil.
Eskiden hızlı ve uysal olan,
Şimdi tembel, değişken ve keyfi.

Sanatla şekillendirilmiş kanatlar,
Kuvvetli tahtalarla tüylerle bezenmiş
Atölyede yarı unutulmuş bir halde çürüyorlar.
Aletler köşede paslanıyor,
Başladığı hiç bir şeyi yerinden oynatmıyor.
Gitti çalışkanlık ve azimli sabırlar.
Peki bu kimin suçu?
Lilith’e sonsuza dek yabancı kalacak olan Havva
Ondaki kuvveti durduran o.
Onun yanında bön ve ağır
Lilith kendini bile tanıyamıyor.

Fakat Adem ona yaklaştığında,
Bu suret yaşamaya başlıyor.
Arzuyla ona doğru sırnaşıyor,
Mimiklerini bekleyerek asılıyor.
Ve efendisinin tekmelediği bir köpek gibi,
Kuyruk sallayarak durmadan yeniden yaklaşıyor.
Aşk isteyen nemli bakışları
Ve bir bülbülünkine benzeyen sesi ile!

Aşağıda Lilith artık dayanamıyor
Ekinlerin parlaklığını arkada bırakıyor,
Böceklerin güneş şarkısını,
Kendinden geçmiş olanları geride bırakıyor ve kaçıyor.
Sanki iğneler batmış gibi yukarılara doğru kaçıyor.
Kısa sürede ormanı arkasında bırakıyor.
Gittikçe daha dik bir şekilde yukarı çıktığının farkına varmıyor bile,
Yabani hayvanların üzgünce ona veda ettiğini de algılamıyor,
Yukarıya sadece yukarıya çam ağacının bile,
Onu izleyemediği,
Acılarının gitgide daha derine battığı yere.

Kayaların ucu sert ve korkutucu,
Peçesini yakalıyor ve parçalıyorlar,
Geride kalıyor peçesi dikkat dahi etmiyor.
Rüya ve köpükten yapılmış renkli bulutlar,
Gittikçe yukarıya. Aşağıda küçük ne kadar küçük,
Evi ve onunla birlikte ruhunun acısı.
Ah Adem keşke burada onun yanında olsaydın,
Senin içinde olan karanlık nasıl uzaklara giderdi,
Anlamsız, toprağa bağımlı kuruntuların
Kendi kendine karşı olan öfkelerin,
Nasıl ondan dünyanın ağırlığı kalktıysa
Senin üstünden de kalkardı.
Nehirler, ovalar ve göller
Sanki üzerinden uçulması için yaratılmış gibi duruyorlar.

-Daha parçalanmadı mı? Yol bu kadar uzun mu?
Boşluk onu tutuyor mu? Ama dinle, bir ses!
O düşmüyor, düşen dünyaydı,
O yükseliyor ve Tanrım bu nasıl bir müzik!
Ocaktan alevler fışkırıyor
Ve Adem’in görkemli sureti
Körüklüyor, dövüyor, birleştiriyor
Karanlık yüzü korlar tarafından kızarmış.
Kayalardan cevherler koparmış.
Ve bunları çivilere ve kancalara dönüştürüyor
Eseri bugün bitmeli.
Kanatlar yaşam enerjisiyle titreşmeye başladı bile
Kendiliklerinden uçmak istiyorlar sanki
Fakat Adem’in içinde bir huzursuzluk,
Endişeli bir karışıklık,
Başarının sevinçli duyguları yerine.
Onu Lilith’den uzaklaştıran nedir bilmiyor,
Oysa tüm hayatı ona bağlı,
Kendi kendini de kızdırarak
Neden ona her daim hakaret ediyor.
Onu göklere götürecek olan hala yeni
Ama yine de aynı değişikliklere sadık
Onun damarlarına dolgunluk veren Lilith,
Bunu biliyor, bunu hissediyor ama neden hala kavga etmeye devam ediyor
Çünkü arkalarında Havva baştan çıkarıyor ve gülüyor.
Bu sessiz yaratığa bu gücü veren kim?
Burada yerde çömelmiş olana,
Bakışlarıyla etini titreten,
Ve yaptıklarını kontrol eden bu kadına?
Kollarında bir kuzucuk var
Ve şöyle diyor ona: “Tanrı acısın!
Onun için bu kadar çaba gösterip yorulmalı mısın,
O ki hiç bir zaman sana teşekkür etmiyor,
Bu kısacık varoluşundan tat almıyor musun,
Her hayvanın tutkusuz bir şekilde sahip olduğu
-Dişisini arar, bir yuva kurar ve ölür –
Bir tek sen mi
Çaba ve yorgunlukla lanetlendin?
Yaratıcı bu kadar acımasız olamaz,
Kötü Lilith seni etkisi altına almış.
Çalışıp çabalarken aslında ona tapınıyorsun,
Çabanla onun ukalalığını kuvvetlendiriyorsun.
Onun yıldızlara uçmasını isterdim,
O zaman mutluluk neymiş öğrenirdin,
Tüm bu çabalarını ve hedeflerini unuturdun,
Sevgili beden zevklerinin tadını çıkarırdın,
Otlaklarda olan hayvan gibi serbest olurdun,
Otlaman için tatlı bir eşin olurdu yanında
Sebzeni huzurla ekerdin,
Ah kendini nasıl iyi hissederdin!”

O zaman Adem’in kolları aşağı düşer
Bu sözler sanki kendi içinden çıkmış gibi değil midir,
Bir sonsuz zevk şarkısı?
Derin bir iç çeker ve bu da tüm uzuvlarını gevşetir neredeyse
Ama ağzı yine de itiraz eder:
“Mutluluk Tanrının iradesi değildir.”

 

 

 

 

Adem bu aşamada hâlâ Lilith ve Havva arasında gidip gelmektedir; Fakat kısa süre sonra terazinin dengeleri Havva’nın lehine ağırlık kazanacaktır:

Gizli bir eğilim beni sana doğru çekiyor
Huzursuz, tarafsız ve kendine özgü
Boğuk, toprak ağırlığında bir dürtü
İçimi acıtıyor ve ölüm korkusu salıyor.
Hiç bir şekilde o gün hissettiğime benzemiyor
Yani Lilith’i ilk kez gördüğüm güne
Tüm hislerimin şöyle bağırdığı güne,
Evet şimdi dünya mükemmel oldu;
Bu o!
Benim içimi kavuran öfkeyle boşalmak zorunda
Bir şeylere zarar vermem için itiyor beni,
Zarara yönlendiriyor
Bana acı veren şeyi parçalarına ayırmak istiyorum,
Üçümüzü de felakete sürükleyen şeyi.

Ama şimdi havayı karartan ne?
Vadimizi çiçek kokularıyla dolduran şey ne?
Yükseklerdeki mavilerin arasından geniş açılmış
Kanatlarıyla dalıyor güçlü kadın,
Varlığıyla ışıklar saçan
Sevgiyle dünyevi evini özleyen.
Işık tarafından kamaşan gözleri
Oradayken dikkat etmiyor,
Bu ikisini birdenbire rahatsız ettiğini
Korkuyla ondan gözlerini kaçırdıklarını
İniyor ve yere konuyor,
İlk selamı, bir sevinç çığlığı:

“Ah Adem gözün aydın ve sevgiler
Bitirdiğin bu muhteşem eser için!
Mutluluk günün başladı.
Yüce tanrısal güç beni taşıdı,
Dünyaları yaratan şarkıyı
Dinledim.
Seninle bir kere daha dinleyeceğim,
Haydi beni izle, ilahi salon
Bizi davet ediyor.
Gel beni izle sevgilim, bizi güneşler çağırıyor,
Sonsuz kuyulardan gerçekler bize akacak.”

Fakat Havva şöyle tıslar: “Bu sana yaramaz,
Sana sahip olursa sen hizmetkar olursun.”

O zaman endişeli sesler
Birdenbire öfkeli bir kızıllığa bürünür:
“Sana yasakladığım şeyi yaptın,
Uzaklaş benden!” Gözleri tehditle bakıyor.
“Benimle nasıl böyle konuşabilirsin Adem?
Burada efendiler ve hizmetkarlar yok
Hepimizin hizmet ettiği bir tek O var,
O beni çağırdı ve ben belirdim.”

“Ah duyuyor musun, duyuyor musun nasıl övündüğünü!”
Diye bağırıyor göğsünde öfke taşıyan öbür kadın.
“Bugün zafer senin lehine olmalı,
Ona tekmeyi sen atmalısın.”
“Efendi benim. Tahtım yapıldı
Bu dünya benim, şimşeği ben sallarım
Çünkü onu taştan çıkan kıvılcımlardan ben yaptım,
Güç benimdir ve akıllı olan da bana itaat eder.”

“Efendim tarafından yanıma verilen eşim,
Seninle kavga etmek benden uzak olsun.
Yıldızların korosunda gerçeği duydum,
Hiçbir dünyevi ses beni rahatsız etmemeli.
Bana bir tek iyilik yap: orada duran bebeği
Kuklayı, gönder yanından!
Ondan bize sadece acı gelir
Onu senin etrafında gördüğümde nefes bile alamıyorum.”

“Ondan ayrılmak mı, hayır asla!
Onu kendi etim ve kemiğim gibi seviyorum,
Nefes almak için dahi bana ihtiyaç duyuyor,
Tüm varlığını benim ayaklarım altına seriyor.”

Havva mutluluk çığlıkları atıyor, Lilith titriyor,
Ve anlıyor: Mutluluğu bitti,
Ve yine de ve yine de bunu kavrayamıyor
Ve bir zamanlar sevdiğini bırakmak istemiyor,
Ona tekrar sesleniyor:
“İlk mutluluğumuzu düşün,
Menekşe mağarasını düşün Adem!”
Fakat beriki alayla sesleniyor,
Araya giriyor:”Onu dinleme,
Sen kayıpsın o konuştuğunda.”

Ve cinnet getirerek o, kör darbelerle,
Korların içine vuruyor, ki alevler yukarılara savruluyor,
Vuruyor kırıyor Lilith’in mutluluğunu,
Kanatlarının parlayan altın iskeletini.
Bu Havva’nın mutluluk çığlıklarını ortaya çıkarıyor,
Çünkü artık o Havva’ya ve dünyaya mahkum.
Yapar yapmaz bu eylemi,
Korkuyla Lilith’e bakakalıyor:
O artık kendisi değil! Yabani ve vahşi,
İnsanüstü bir suret,
Yücelen, ensesini dikleştiren,
Mavi gözleri siyah oluyor ve alev alıyor,
Altın saçları kalkıyor, çatırdıyor ve parlıyor,
Bir dalga, ateş sarısı,
Kıvılcımlar onu kırmızıya dönüştürüyor,
Kanatları kendiliğinden açılıyor;
Değişmiş korkunç görünüyor gözüne,
Ateşli çerubimlerin kız kardeşi.

Ve birden kayboluyor korkunç surat!
Lilith tekrar kendisi, güzel ve aydınlık
Mayıs günlerindeki aşk gibi
Sadece soluk, acı ve korkuyla yoğrulmuş.
Ona normalde zevkler veren ağızdan,
Acıma dolu bir veda çığlığı kopuyor:
“Elveda Adem. Bir rüzgar beni
Koparıyor senden. Ah, bu Tanrının ruhu.
Ne yaptın, ah! Artık oldu!
Ebediyen-ebediyen-ebediyen tekrar görüşmemek üzere!”
Uzunca bir süre Adem arkasından bakakalır.
Gördüğü pembe leke oradaki
Hani al al boyanan ve mor bir şekilde
Günbatımında görünen, o hala Lilith mi?
Onun peçesi mi? Bir bulut mu?
Şimdi her şey bitti. Lilith gitti.
Daha yeni çok net bir şekilde kulaklarında duruyor sesi:
“Elveda Adem artık oldu,
Ebediyen-ebediyen-ebediyen tekrar görüşmemek üzere!”

Gençlik mutluluğu gitti! Ve burada parçalar halinde,
Topraktan kendini koparmak için,
Sevgiyle yarattığı her şey. Fakat pişmanlığından
Ve utancından öfkesi yeniden alevleniyor.
Ocaktan büyük yangınlar çıkarıyor,
Öfkeyle çatısını ve duvarlarını yakıyor,
Kendisinin olan her şeyi yok ediyor.

Bu yangın bir daha durdurulamayacak derecede büyüyerek tüm cenneti alevlere boğuyor.

 

Cennetten Kovulma

 

Pişmanlık için çok geç. Kurak ve boş
Onun yanmış olan kalbi de;
Ki içinden Lilith’in suretini atmıştı kendisi
Gençlik gider ve bir daha geri dönmez.

Bu sevimsiz ve çıkarı olmayan durumun içerisine, elinde yılanın ısrarlarıyla bilgelik ağacından kopardığı, cennetin altın meyvesiyle dalar Havva. Meyveyi Adem’e şu sözlerle sunar:

“Al bunu ye, hoşuna gidecektir
Eminim ki aradığın her şeyi onda bulacaksın
Benim bilgiye dair bir açlığım kalmadı
Ve yediğim her meyve bana çok yarıyor.”

Kısa süre sonra yaratıcı, her şey yolunda mı diye bakmak için gelir ve Adem’i ümitsizliğin eşiğinde bulur. Adem bu durumda tüm suçu Lilith’in üzerine atmaya çalışır; ama bunu yaparken – mitolojik ön kayıtların aksine – hiç bir şekilde destek bulamaz. Tam tersine:

İnsan korkmuş
Ve oturup düşündüğü yerde uyuyakalmış
Normalde Efendi’nin çağrısı duyulduğunda
Koşardı ona neşeyle.
Bugün ise bir çalılığın arkasında endişeyle:
“Çıplağım bu yüzden gelemem
Hayvan bana kürkünü vermedi
Sadece kalçalarım için bir koruma,
Verdi bana incir ağacı.”
“Sana çıplak olduğunu kim söyledi?”
“Efendim Lilith beni rezil etti.
Renkli kokulu örtüleri alan oydu
Bizim olanları, aldı ve kaçtı.
Onlarsız bir daha asla mutlu olamayacağım
O zaman sen düzelt: parça parça bütün örtüleri
Yeri doldurulamayacakları sen bana geri ver
O renkli aldatmaca bizim mutluluğumuzdu.”
“Evet gerçekten de aldatmacaydı her şeyi güzel yapan
Bu Lilith ve Onun çocukları içindi.
Onun etrafına sarınan o güzel peçeler
Havva’nın çıplaklığını örtmeye yeterli değil.
O ilahi bir suretti, Çerubim’lerin kanındandı,
Sen tozdan yapılana gönderdiğim
Tek mal olarak da o peçeyi verdiğim
Bir de senin sadakatindi ona sunduğum,
Sen ise elinde bu tılsımı bulunduranı öylesine kaçırdın elinden
Ve böylece insanlığın tüm mirasını da kaybetmiş oldun.

Bütün yollar sana açıktı,
Sen ise en kötüsünü seçtin.
Aşkı sana kanat olsun diye vermiştim,
O ise seni tozlara tekrar geri çekti.
Her kim ki ilk aşkından vazgeçerse
Lilith’in verdiklerini kendinden uzaklaştırırsa
Irkının lanetlenmesini hak ediyor demektir.
Fakat Lilith senin için dua etti,
Bu yüzden seni tamamıyla yok etmeyeceğim.
Seni kurtaracak emrim şudur
Yeni bir teşvik senin için: Sıkıntı.”

Yaratıcı Havva’yı da lanetler:

Sen ki istenmeyen, bahçemi
Zehirli otlarla dolduran
Yine benim sayemde var olan,
Yıkıcı, bilgisiz suçlu,
Acı ve yokluk içinde de sabırlı olan,
Sen de onunla git ve onun emirlerine amade ol,
Ve sana çeyiz olarak da erkeğin çılgınlığını veriyorum.
Senin içindeki hiçlik onu avutan her şey olmalı
Her zaman bir bulmaca ol, asla çözemesin!

Yılan da bu Tanrısal öfkeden nasibini aldıktan sonra sürgün tam anlamıyla geçerlilik kazanır. Bu karışıklıkta suçlu olan aslında her iki taraftır, Adem’in suçu hiçbir şekilde Havva’nınkinden daha az değildir:

Hala kulaklarımda göklerin gürültüsü
Duruyorlar şaşkınca kapıların önünde
Suçlu olan o ikisi, kadın ve erkek
Kaba postlar örtüyor bedenlerini,
Ve izliyorlar sessizce ateşten izleri
Tıslayarak kaçmış olan yılanı;
Tavırları farklı olan iki yolcu.
Çünkü Havva aşkı ile yanmakta yeniden,
Fakat Adem’in boynu bükülmüş toprağa doğru
Göstermediği sadakatin utancından.

“Gel, hala yanımda olan suç ortağım,
Lanetim seni sevmeye devam etmektir
Çünkü sen bensin
Benim bir parçamsın beni tozların içine çeken,
Diğeri ise kaçtı,
Gençliğimin saflığı ve inancı olan.
Kapılar arkamızdan sonsuza dek kapanmakta
Uğruna bu kadar fedakarlık ettiğim, izle beni.”
………

Kaynak: LİLİTH – Vera Zıngsem
Çeviren: Devrim Doğan Yüzer
İLYA Mitoloji Dizisi, 2006 – İzmir

 


UYARILAR / Metin Altıok

03/07/2011

 

 

UYARILAR

 

1.

İnsan dediğin saçaktaki
Güvercinin farkında olacak
Ve bir çiçek açacak kendince.
Bu aşk var ya bu aşk;

Dikkat!
Yangında ilk kurtarılacak.

2.

Sevmeye başlayınca birini
Kendimi yıkıp yeniden kurarım
Çünkü bu yeni bir aşktır
Ve temeldeki yerini mutlaka alacaktır.

Yabancılar için inşaata girmek
Tehlikeli ve yasaktır.

3.

Bir akşam tek başınıza
Bir otele giderseniz
İçinizde yaralı bir aşkla,
Ucuz bir otele ama temiz;

Kıymetli eşyalarınızı
Müdüriyete teslim ediniz.

Metin Altıok