AĞIRLIK VE TATLILIK KIZKARDEŞTİR / Mandelstam

07/04/2010

Osip MANDELSTAM

(Fransa, 1891 – 1938 )

AĞIRLIK VE TATLILIK KIZKARDEŞTİR


Ağırlık ve tatlılık kızkardeştir, aynıdır belirtileri
Ciğerotları ve yabanarıları ağır gülleri emerler;
İnsan ölür, soğur ısınmış kum,
Kara bir sedyede taşırlar bir gün önceki güneşi.

Ah, ağır petekler ve o tatlı ağlar,
Ağır bir taşı kaldırmak daha kolaydır tekrarlamaktan senin tatlı adını!
Tek bir kaygım var benim, altın bir kaygım:
Zamanın ağırlığını kaldırmak kaygısı…

Kara bir su gibi çekerim içime bulanık havayı,
Zaman pullukla sürülür ve gül çürüyüp toprağa döner;
Örülür iki sıralı bir çelenkte ağırlıkları ve tatlılıkları
Karışırken yavaş bir burgaçta ağır ve tatlı güller…

Türkçesi: Ataol Behramoğlu


AYRILIK / Fried

07/04/2010

Erich Fried

AYRILIK

İlk gün kolaydı
ikinci gün biraz zor
Üçüncü gün daha zor ikinciden

Günden güne daha zor:
Öylesine zordu ki yedinci gün
dayanılmayacakmış gibi neredeyse

Şimdiyse
özlemini çekerim
yedinci günün

Türkçesi: Bekir Karadeniz


KARA PALYAÇO / Hughes

26/03/2010

Langston HUGHES

(A. B. D., 1902-1967)

KARA PALYAÇO

Ben bir kara palyaço:
O hiç yüz vermedi bana
Tuttum kimse görmeden karıştım geceye
Gece de karaydı nasıl olsa

Ben bir kara palyaço
O hiç yüz vermedi bana
Tuttum şafak söksün bekledim ağlaya ağlaya
Seherin tepeleri kanadığında
Yüreğim de kanlıydı nasıl olsa

Ben bir kara palyaço
O hiç yüz vermedi bana
Baktım benim cıvıl cıvıl yüreğim
Havası kaçmış balona dönmüş
Çıktım sabah sabah
Yeni bir kara sevda aramaya

Türkçesi: Necati Cumalı


DESTANSI ÖYKÜ / Seferis

26/03/2010

Yorgo SEFERİS

(Yunanistan, 1900-1971)

DESTANSI ÖYKÜ

IX

Liman yaşlıdır, artık bekleyemem
Çamlı adalar için çekip giden arkadaşları
Çınarlı adalar için çekip giden arkadaşları
Açık deniz için çekip giden arkadaşları.
Okşarım paslı gemileri, kürekleri okşarım
Ki bedenim canlansın ve güçlensin.
Yelkenler tuz kokusu verir yalnız
Öteki fırtınadan.

Yalnız kalmak isteseydim, sessizlik
Olurdu aradığım, yoksul ufukta
Bu çizgilerin, bu renklerin, bu suskunluğun
Ruhumu parça parça edeceği umudu değil.

Gecenin yıldızları yeniden getirdi bana
Ölümü bekleyen Odysseus’un güvenini, çiriş otları arasında.
Burda çiriş otları arasında demirlediğimiz zaman
Adonis’in yaralandığını bilen boğazı bulalım istedik.

Türkçesi: Melih Cevdet Anday


ÖYLEDİR ÖYLE BAŞLAR / Pasternak

26/03/2010

Boris PASTERNAK

(Rusya, 1890-1960)

ÖYLEDİR ÖYLE BAŞLAR

İnsan iki yaşında da öyle başlar işte
Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan,
Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre,
Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından.

Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya,
Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne,
Sen misin bu, bir başkası mı yoksa,
Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de

Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi?
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine,
Nedir? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi?
Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine.

Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan:
Yüreğinde ulaşılamayanın özlemi, uzak yıldızlar,
Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman
Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar.

Uçaraktan yüce yüce gök katlarından
Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar,
ve denizler bir iççekiş kadar ansızın,
İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar.

Yulafların üstünde, sırtüstü,yaz geceleri,
yakarır durur: her şey yerini alsın diye,
Sakınarak gözünden şafağı ve evreni
Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.

Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.

Türkçesi: Cemal Süreya


ÇİÇEK / Celan

25/03/2010

Paul Celan

ÇİÇEK


Taş.
Havadaki taştır izlediğim.
Gözlerin, taş kadar kör.

Biz
ellerdik,
karanlığı döküp bulduk
yazdan esen sözcüğü:
Çiçek

Çiçek -bir sözcük görmeyenler için
Senin ve benim gözlerimiz:
Suyun pınarı
onlarda.

Gövermek
birbirine eklenen yapraklar gibi,
yürek duvarlarıyla.

bir sözcük daha buna benzeyen ve
havada titreşir kulak kemikçikleri.

Türkçesi: Ahmet Cemal



YAZIN ÇİÇEKLER / BaluRao

11/03/2010

S. BaluRao

(Hindistan, 1929)

YAZIN ÇİÇEKLER

Yaz öldürücü bir hastalıktır
Caddelerde büzüşen
Çalılıklarla ağaçlar da
hastanede yatan hastalar

Turuncu gülmühürler
Kızarmış,
yüksek ateşten
sayıklıyor

Ciddi bir sarılık geçiren
Sarsalkımlar
ağır kokular
saçıyor

Mavi-mor Jakarandalar
ince hastalık çekiyor
bir deri bir kemik kalmışlar
uğursuzca dişlerini takırdatıyor

Kırmızı zakkumlar
her tarafları
yara bere içinde
güneşin altında kanıyorlar

Açık pembe Leylaklar
çiçek açmışlar
ağır kansızlık çekiyor
titreye titreye yere devriliyorlar.

Türkçesi: Ergin Koparan


KAPALI GÖZLERLE / Paz

01/03/2010

Octavio PAZ


KAPALI GÖZLERLE

Kapalı gözlerle
Sen aydınlanırsın içeriden
Sen kör bir taşsın

Geceler geceler boyu yontarım seni
Kapalı gözlerle
Sen açık-sözlü taşsın

Biz ikimiz çoğaldık
Yalnızca tanıyarak birbirimizi
Kapalı gözlerle.

Türkçesi: Ali Cengizkan


UNUTUŞ / PAZ

21/02/2010

Octavio PAZ


UNUTUŞ

Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta
gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.

Gömül vızıldayan sesin
düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılan
dilsiz bir çağlayan gibi,
davulların çalındığı yerde.

Bırak kendini karanlığa,
kendi etine gömül,
kendi yüreğine;
kemik, o mor şimşek,
kamaştırsın gözlerini, kör etsin,
mavi göğsünü göstersin akşam ışığı
körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.

O sıvı karanlığında uykunun
ıslat çıplaklığını;
kıyıya kimbilir kimin bıraktığı
gövdeni, o köpük danteli unut.
Sonsuz kadın, yitir kendini
kendi benliğinin sonsuzluğunda,
bir başka denizle buluşan bir deniz gibi
unut kendini, beni unut.

Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar
o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar.

Çeviren: Ülkü TAMER


ANNEANNEMİN AŞK MEKTUPLARI / Crane

20/02/2010

Hart CRANE

(Rusya, 1899-1932)

ANNEANNEMİN AŞK MEKTUPLARI

Belleğin yıldızlarından başka
Gökte yıldız yok bu gece.
Oysa belleğe ne çok yer var
Yumuşak yağmurun gevşek kemerinde.

Annemin annesi
Elizabeth’in
Tavan arasının bir köşesine sıkışıp kalmış
Ve orada kar gibi eriyecek kadar
Sararıp eprimiş
Mektuplarına bile yer var.

Bu kadar geniş bir boşlukta
Yumuşak adımlarla yürümeli insan.
Burası tümüyle görünmeyen
Bir tel ak saça asılı,
Havada bir ağ ören kuş dalları gibi titriyor.

Ve ben soruyorum kendime:

“Yankılardan başka bir şey olmayan
Eski havaları çalacak kadar uzun mu parmakların:
Sessizlik ezgileri kaynağına taşıyıp
Sonra anneannene getiriyormuş gibi
Yeniden sana getirecek kadar
Güçlü mü?”

Gene de elinden tutup anneannemi
Anlayamayacağı pek çok şey arasından geçirirdim.
Bu yüzden ayağım sürçüyor. Ve yağmur
Acıyan tatlı bir gülüşle yağıp duruyor.

Türkçesi: Cevat Çapan