GÖNÜLLÜ ÖLÜ / Baudelaire

05/04/2010

Charles BAUDELAIRE

(Fransa, 1821-1867)

GÖNÜLLÜ ÖLÜ

Koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
Bir derin çukur kazsam canım için cihanda,
Serip kart kemikler’mi, bi yatsam, bi uyusam,
Bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda.

Nefretim vasiyetler, nefretim kabirler tüm.
Avuç açacağıma bi damlacık yaş için,
Sağken, akbabaları başıma üşürürüm,
Gölkanlara belensin o cenabet cesetim!

Kurtlar, gözsüz-kulaksız, benim kankardeşlerim,
Bolâhenk feylesoflar, daldölleri leşlerin,
İşte size bir ölü, güloynar ve gönüllü!

Örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
Var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
Ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?

Türkçesi: Can Yücel


ÂŞIKLARIN ÖLÜMÜ / Baudelaire

07/03/2010

Charles BAUDELAIRE

(Fransa, 1821-1867)

ÂŞIKLARIN ÖLÜMÜ

Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak, bir mezar gibi derin;
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.

Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda,
Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz
‹kimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.

Pembe, lâhuti mavi bir akşam saatinde,
Vedayla dolu, uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;

Nihayet kapıları biraz aralıyarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.

Türkçesi: Sabri Esat Siyavuşgil


HÜZÜNLÜ MADRİGAL / Baudelaire

24/01/2010

Charles BAUDELAİRE

HÜZÜNLÜ MADRİGAL *

I

Hanım hanımcıksın neme gerekir?
Güzel ol! Hüzünlü ol! bana yeter,
Doğaya ırmaklar, sular can verir,
Yüzü gözyaşları güzelleştirir;
Fırtınalarla gençleşir çiçekler.

İnan, daha çok seviyorum seni,
Kıvanç gölgeli alnından kaçınca
Ve korkular boğunca yüreğini,
Geçmişin öfkeli bulut yığını
Bohçasını önümüzde açınca.

Seni, o iri gözlerin kan gibi
Sıcak damlalar dökünce severim,
Ve ellerim sallarken beşiğini
Can çekişen bir hırıltı misali
Hüzün üstüne çökünce severim.

Ey derin ilahim, derin ve tatlı!
Kutsal şehvet, yüreğimde yanan kor!
Solurum göğsünün hıçkırığını,
Ve bilirim, döktüğün gözyaşları
O inciler seni aydınlatıyor!

II

Kopmuş eski aşklarla dolup taşar,
Bilirim, kabarıp coşan yüreğin,
Hâlâ, fırın gibi tutuşup yanar,
Ve, hâlâ, altında göğüslerinin,
Az çok, kargınmışların onuru var;

Ama, Cehennem, hiç, rüyana girip
Yansıdı mı ruhuna alevlerle?
Ve zehiri, ve, kılıcı düşleyip,
Baruta ve demire gönül verip,
Mutsuzlukla, yıkımlarla yüz yüze,

Korka korka açtın mı yüreğini?
Kaskatı kesilip, saat çaldıkça,
Bitmek bilmez bir kâbusta, kişiyi
Büyüleyen o eşsiz tiksintiyi
Tatmadıkça, onu tanımadıkça,

Bana dehşetle yaklaşan kadınım,
Üstüne nefretin çöktüğü gece,
Yürek dolu bir sesle: “Ne yapalım,
Ben de sana benzemişim, kralım!”
Diyemezsin, ey köle, tutsak ece.

Türkçesi: Erdoğan Alkan

* İnce, sevecen duygular anlatan küçük koşuk, şarkı.


HÜZÜN ve SERSERİ / Baudelaire

11/01/2010

MOESTA ET ERRABUNDA

(HÜZÜN ve SERSERİ)

Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan,
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?

Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!
Acaba hangi şeytan veya hangi mucize
Her ulvi çalkanışta muazzam bir rüzgârın
Arzuyla uğuldayan denizi verdi bize?
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!

Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!
Ne var gözyaşlarından çamurlar yoğuracak?
Ara sıra der mi ki Agathe’nin ruhu, üzgün,
“Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak,
Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!

Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
Ey her ruhun içinde boğulduğu saf şehvet,
Ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!

Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların,
O koşuşlar, demetler, o şarkılar, buseler,
İnildeyen kemanlar üzerinde dağların
Akşam, korkuluklarda şarap dolu kâseler!
Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların.

O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde
Çok daha uzakta mı yoksa Çin’den, Maçin’den?
Beyhude bir arzumu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayal mi billur sesler içinden,
O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde?

Charles Baudelaire

Türkçesi: Sait Maden


KEDİ / Baudelaire

06/01/2010

Charles Baudelaire

(Fransa, 1821 – 1867)

KEDİ

Gel, güzel kedim, âşk kalbimin üstüne gel;
Şu tırnaklarını da içeri çek,
Maden ve akik alaşımı gözlerine, bir yol,
Tatlı gözlerine dalayım, bırak.

Parmaklarım başını, esnek sırtını, şöyle
Dilediği gibi okşadığı an
Ve elim elektrikli gövdende coşkuyla
– Haz ile gezindiği zaman

Kadınım gelir aklıma. Bakışı andırıyor
Senin bakışlarını tatlı kedi
Derin ve soğuk, mızrak gibi kesiyor, yarıyor.

Tepeden tırnağa sevimli, ince
Bir hava, tehlikeli bir koku yüzüyor
Esmer teninin yöresinde.

KEDİ

I

Beynimin içinde gezinir durur,
Evinde rahat gezindiği gibi,
Güzel, güçlü, hoş, sevimli bir kedi,
Miyavlar, sesi pek hafif duyulur,

Öyle yumuşak, usuldur tınısı;
Bazen homurdanır, bazen dingindir,
Ama hep derin, her zaman zengindir.
Bundann doğar çekiciliği, sırrı.

Yuvarlanır damla damla, süzülür
Bu ses karanlıklarımın dibine,
Doldurur beni, uyumlu bir dize,
İksirdir, gönlüm onunla haz bulur.

Uyutur en feci ağrılarımı,
Bütün coşkuları taşır içinde;
Ne gerek var o uzun tümcelere,
Sözcüklere yok onun ihtiyacı.

Yüreğimden iyi keman olur mu!
En tiz telinin üstünde gezinsin,
Şarkısını saltanatla söylesin,
Sürsün yayını, yürek yorulur mu!

Ey gizemlerle dolu kedi, sesin,
Ey göksel yaratık, garip ve soylu,
Meleğinki kadar yüce, uyumlu
Sesin saltanatla şarkı söylesin!

II

O sarılı ve siyahlı kürkünden
Öyle tatlı bir koku çıkıyor ki
Bir akşam bütün tenime sinmişti
O’nu bir kez, bir kez okşayınca ben.

Kaldığı yerlerin evliyasıdır;
O yönetir, o esinler, yargılar,
Çünkü kendi imparatorluğu var;
Belki bir peridir, belki tanrıdır?

Gözlerim usulca döndüğü zaman,
Tıpkı bir mıknatıs çekmişçesine,
Bu sevdiğim, gizem dolu kediye,
Ve, şöyle bir kendime baktığım an

Hayretle bir ateş görürüm orda,
Aydınlık fenerler, canlı opaller,
Beni izleyip duran gözbebekler,
Olgun gözbebekler görürüm onda.

Türkçesi: Sait Maden


KALABALIKLAR / Baudelaire

05/01/2010

KALABALIKLAR

Herkesin harcı değil insan yığılarıyla yıkanıp yunmak, kalabalığın tadına varabilmek. Ayrı bir sanattır o. İnsa-noğullarının hesabına bir dirim sofrasıdır donatmak, anca beşikte içlerine bir melek tarafından maske takıp tebdil gezme hevesi, evden barktan tiksinti, bir yolculuk ateşi üflenmiş kimselere vergidir.

Çoklukla yalnızlık, döllü döşlü, harlı bir ozan için birbirinin yerini tutabilen eş deyimlerdir. Yalnızlığını şeneltemeyen kişi, hiç iş-üstü bir kalabalığın ortasında yalnız kalmak nedir bilebilir mi?

Meşrebince hem kendi hem bir başkası olabilmektedir ozanın başkalığı. O, kendine bir ten arayan başıboş ruhlar gibi aklına esti mi istediği kimsenin kişiliğine bürünebilendir. Bir onun için ardına kadar açıktır her şey. Önünde kapalı gibi duran kapılar varsa, hor görüp yanaşmadığı içindir bu.

O düşünceli, yapayalnız gezgin, bu evrensel kaynaşmadan bir acayip esrüklüğe varır. Kalabalıkla sarmaş dolaş oluveren ozan, kasalar gibi kapalı benciller, istiridyeler gibi kabuk bağlamış tembellerden oldum olası uzak, hep gönenliklere karşı çıkar, rastgeldiği her uğraşı, her kederi, her sevinci benimser, basar bağrına.

Bu tarife sığmaz cümbüş, bu her önüne çıkanın, her önüne gelenin kucağına, hayır adına, şiir adına atılıveren ruhun bu mübarek orospu hali yanında insanların aşk dediği nesne ne dar ne ufak ne püften şeydir!

Arada bir bu dünyanın mutlu kişilerine, aptalca gururlarını bir an kırmak için bile olsa anlatmak ki, onların-kinden çok daha üstün, çok daha geniş, çok daha seçkin mutluluklar vardır. Kolonileri kuranlar, gezici papazlar, o dünyanın bir ucuna sürülmüş misyonerler bu sırlı esrüklüklerden bir şeyler bilirler elbet; dehalarının kurduğu o koskoca çevre içinde zaman zaman onların kötü talihlerinden dem vurmaya, yaşadıkları arık hayatı yermeye kalkanlara bıyık altından gülmüş olmalılar.

Charles BAUDELAİRE

(Türkçe söyleyen: Can Yücel)


LETE / Baudelaire

03/01/2010

Charles BAUDELAİRE


LETE *


Göğsüme gel, sen acıma bilmez, sağır can,
Tapılası kaplan, aldırışsız ifrit, gel;
Gönül ister ki titrek ellerim şu tel tel,
Derin yelenin içine dalsın bir zaman;

Senin rayihanla dolu eteklerine
Acılı başım gömülüp kalsın isterim,
Yok olup giden sevgimin koklasam derim
Tatlı küf kokusunu derinden derine.

Ölümden daha tatlı bir uykuya varsam !
Uyuyuversem ! benim neyime yaşamak
Yüreğim titremeden, bakır gibi parlak,
Pürüzsüz tenini öpüşlerimle sarsam.

Dingin hıçkırıklarımı boğup yutacak
Tek yer senin kucağının uçurumudur ;
Ağzında hep o yaman unutuş durur
Ve öpüşlerinden Lete boşanır ancak.

Yazgıma, ki bütün zevkim oldu şimdiden,
Boyun eğeceğim sonuna dek saygılı;
Uysal kurban, işlenmemiş suçtan yargılı,
İşkencesi coşkusuyla daha artan ben,

Kurtulurum elbet çektiğim bu azaptan,
Nepentes*ler, baldıranlar emerek bütün
O güzelim uçlarından dimdik göğsünün,
Ki altında yürek olmadı hiçbir zaman.

* Le Lethe: Cehennemdeki ırmaklardan biri. Suyundan içen ölüler acılarını ve yeryüzü zevklerini unuturlarmış. (Unutmak’tan türemiş ailegorik bir tanrıçanın adı, Hesiodos’a göre kavga tanrıçası. Eris’in kızı.)
* Nepentes: Eski Yunan’da üzüntüye, karasevdaya iyi geldiğine inanılan bir ilaç.

Türkçesi: Sait Maden


S’imge Şairler : BAUDELAİRE

17/12/2009

Charles BAUDELAİRE

BALKON

Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı.
Ey beni şâdeden yâr, ey tapındığım kadın,
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O canım akşamları elbette hatırlarsın.
Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı.

O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen!
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söyledikse çoğu ölmiyecek şeylerden!
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan!

Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!
Kâinat ne derindir, kalb ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,
Sanırdım ciğerinde kanının kokusu var.
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!

Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.
Seçerdim karanlıkta gözbebeklerini;
Mestolur, mahvolurdum nefesini içtikçe.
Bulmuştu ayakların ellerimde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.

Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde.
O ‘mestinâz’ güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücudundan, kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak!

O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler,
Dipsiz bir kuyudan tekrar doğacak mıdır,
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler,
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır.
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!

(Cahit Sıtkı Tarancı)

SONUÇ

Gönlüm rahat, çıktım dağın tepesine,
Hastane, hapisane, kerhane, araf, cehennem,
Kent görünüyor bütün genişliğince,

Çiçekler gibi açar bütün aykırılıkları.
Boşuna gözyaşı dökmeye gitmezdim oraya,
Sen de bilirsin, ey şeytan, kırık umutlarımın anası;

Kocamış bir kadının kocamış belalısı gibi
Sarhoş olmak isterdim o koca orospuyla,
Cehennemsi büyüsü gençleştirirdi beni.

Sabah yataklarında uyu daha gönlün dilerse,
Ağır, karanlık, nezleli, gönlün dilerse dolaş
Altın işlemeli akşam perdelerinde,

Seviyorum seni, rezil başkent! Orospular
Ve haydutlar, sunduğunuz hazlar sonsuz,
Ne var ki anlamaz bunu inançsız bayağılar.

(Tahsin Yücel)

İÇE KAPANIŞ

Derdim, yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam;
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.

Brak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte
Toplasın acı meyvesini nedametin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.

Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.

(Sabahattin Eyuboğlu)

NE DERSİN BU AKŞAM

Ne dersin bu akşam, sen garip kişi, sen biçare,
Ya sen kalbim, sen ki vaktiyle çiğnendin ey kalbim,
Ne dersin en güzel, en iyi, en sevgili yâre,
İlahi bakışıyla nasıl şenlendin ey kalbim?

– Feda olsun gururumuz onu övmek yolunda!
Dünyaya değer emreden sesindeki tatlılık
Meleklerin kokusu var o latif vücudunda;
O gözler bize esvap giydirir safi ışık.

İsterse geceleyin ıssızlık içinde olsun,
İsterse sokakta kalabal›k içinde olsun,
O hayal havada rakseden bir meşale her dem!

Bazan da konuşur: “Ben güzelim emrediyorum,
Hatırım için yalnız güzel sevmeni istiyorum;
Baş koruyan meleğim ben, ilham perisi Meryem!”

(Cahit Sıtkı Tarancı)

ALIP GÖTÜREN KOKU

(Parfüm Exotique)

Gözlerim kapalı, bir sonbahar akşamında;
Sıcak göğsünün kokusunu içime çeker,
Dalarım; gözlerimden mesut kıyılar geçer,
Hep aynı günün ateşi vurur sularına.

Sonra birden görünür baygın, tembel bir ada;
Garip ağaçlar, hoş meyveler verir tabiat;
Erkeklerin biçimli vücutlarında sıhhat
Ve bir safiyet kadınların bakışlarında.

O güzel iklimlere sürükler beni kokun;
Bir liman görürüm, yelkenle, direkle dolu;
Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun.

Burnuma kadar gelen hava kokular taşır.
Yemyeşil demirhindilerden gelen bu koku
İçimde gemici şarkılarına karışır.

(Orhan Veli Kanık)


ALBATROS / Baudelaire

17/12/2009

ALBATROS

Açık denizde, tayfalar sık sık eğlenmek için
Albatrosları avlarlar o iri okyanus kuşlarını,
Sürüklenir giderler bu miskin yoldaşları
Başucunda dalgalarla boğuşan gemicilerin.

Geminin güvertesine serilirler sessizce,
Kralları gökyüzünün utangaç ve sakar,
O geniş ve beyaz kanatlarını açarlar
Yorgun birer kürek gibi, kalırlar çaresiz.

Ne güzeldiler önce, şimdi gülünç ve çirkin,
Topal ve yılgındır artık bu kanatlı yolcular,
Gagasını dürter durur duyarsız tayfalar,
Tanımazlar, bilmezler, bu hale nasıl düştün.

Ey şair, yeryüzüne sürüldün sen bulutlardan
Nerde oklara göğüs geren dev kanatların,
Öldükçe ölüyorsun, yuhalandıkça gururun,
Uçamazsın şimdi, artık nasibin yok rüzgârdan.

Charles BAUDELAİRE

(Türkçesi: Gönül Gönensin)


HABİL ve KABİL / Baudelaire

07/11/2009

habil

HABİL ve KABİL *

I.

Habil’in soyu, ye, iç ve uyu;
Tanrı sana gülümsüyor hoş görerek,

Kabil’in soyu, bir çirkefte dizboyu
Sürün ve öl sefalet çekerek.

Habil’in soyu, senin kurbanın
Büyütüyor İsrafil’in burnunu!

Kabil’in soyu, çektirdiğin azabın
Hiçbir zaman gelmeyecek mi sonu?

Habil’in soyu, gör ekininin
Ve sürülerinin iyiye gittiğini;

Kabil’in soyu, barsakların senin
Gurulduyor ihtiyar bir köpek gibi.

Habil’in soyu, baba ocağında
Karnını sıcak tut, öyle kal;

Kabil’in soyu, küçük mağaranda
Soğuktan titre, zavallı çakal!

Habil’in soyu, sev üreyerek:
Çoğalacak altının senin de;

Kabil’in soyu, ey yanan yürek,
Dikkatli ol bu büyük hevesinde.

Habil’in soyu, beslenip büyüyorsun
Tıpkı tahtakuruları gibi!

Kabil’in soyu, üzerinde her yolun
Al götür güç durumdaki aileni.

II.

Ah! Habil’in soyu, senin leşin
Besleyip büyütecek tüten toprağı.

Kabil’in soyu, gereksinimlerin
Yeterli ölçüde karşılanmadı;

Habil’in soyu, utancın artık:
Kılıç yenik düştü mızrağa yine!

Kabil’in soyu, gökyüzüne çık
Ve at Tanrı’yı yeryüzüne!

Charles BAUDELAİRE

Türkçesi: Ahmet Necdet

* Âdem ile Havva’nın en büyük oğulları. Tevrat’a göre, daha güzel olduğu için Habil, ikiz kızkardeşi ile evlenmek isteyen Kabil tarafından öldürülmüştür.