Emirhan Oğuz
(1958)
ATEŞ HIRSIZLARI SÖYLENCESİ’nden
ateşi çalmaya gittim promete’nin dağlara zincirli bileklerinden
geçip buzakesmiş yanardağ ağızlarında uğuldayan rüzgâr mızraklarından
geçip ateşalmış buzul ırmaklarındaki ince su damarlarından
ateşi çalmaya gittim ikarus’un yanık kanatlarını ahi evran çeliğiyle sararak
geçip spartacus’un bir dağ yamacında gömülü duran kılıç ışıltısından
geçip bedreddin’in sıska bir söğüt dalı altında ıslanan rahlesinden
ateşi çalmaya gittim tanrıların yıldırımlarını çelimsiz ellerimle yararak
ateşi çalmaya gittim
ve yenildim, ricat yollarından geri çekiliyorum bayraklarımı toplayarak
gecede yıldız var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim
şimdi rüzgâr esecek şimdi mavi bir kuş yaylımı ayışığının kanadında
kirpiklerime üç damla ışık düşürecek, üç damla yıldız ışığı kirpik uçlarıma
şimdi rüzgâr esecek şimdi gecenin en güzel vakti demirörgünün saçağında
şakaklarıma üç tel sarmaşık düşürecek, üç asma sarmaşığı şakak duvarlarıma
şimdi rüzgâr esecek şimdi haziran sağnağı dalbastı kirazların şıvgasında
dudaklarıma üç yaprak su düşürecek, üç ırmak yaprağı dudaklarımın kuytusuna
şimdi rüzgâr esecek şimdi gecenin en ölüm vakti göğsümün ateş yollarında
gözlerime tuz ölümler düşürecek, üç kök kerbelâ tuzu gözlerimin kovuğuna
gecede yıldız var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim
gecede karınca yolları var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim
uzun yoldan gelmişim gökkuşağının ağılı bir tırpanla biçildiği çağlardan
haramiler kesmiş suyun başını., yolların bacını verip gelmişim
uzun yoldan gelmişim ülke rüzgârlarının paslı bir kantarmayla gemlendiği
işgal taretleri dişlemiş kıyılarımı ve ocağımı söndürmüş zabitan (çağlardan
ben çapraz asmışım yüreğimin ayasına fişekliğimi.. ilk kurşun zehrini için
(gelmişim
uzun yoldan gelmişim dağ ateşlerinin kör bir mavzerle karartıldığı çağlardan
kanlı bir rüzgâr gibi geçmişim ay uçurumlarından ve küle tohum serpmişim
bir çayırkuşları aldanmış harladığım köze bir de o eşkiya dili koyakların
ve askeran kesmiş yolumu hükmüm kesilmiş., nevruz alazlarında yanıp gelmişim
uzun yoldan gelmişim yalnız kuşbazların taş tabutluklarda çürütüldüğü çağlardan
kutsal bir kitap gibi taşımışım koynumda eski söylencelerin ceylan derisine
(kazınmış umudunu
demişim zeytinin karasında akşam ve başağın sarısında seher
yazılmasın mülkiyetine bir bezirgan zulmetin, avuçlarımdan çatalkaralar uçurmuşum
ve akmış sansaryan hücrelerine ebabil öfkelerimin ince soluğu.. öfkemin adını bilip gelmişim
uzun yoldan gelmişim haziran ateşçilerinin tank setleriyle durdurulduğu çağlardan
bakmışım emeğim üvey evlât ve şerit anama sövmüş ve çökmüş böğrüme duvar
oturmuşum loş bir mahzende kırık bir portakal sandığı üzerine, ışığa bakmışım
ellerime benzeyen eller görmüşüm ve kenetli avuçlarda yarınımın yazgısı
ve abanmışım da bir sabah sağır vardiyalarda sürgünken şalterin kolu
sımsıkı tutmuş alanların kapısını zadegan., adımlarımın diyetini verip gelmişim
uzun yoldan gelmişim kent ufuklarının kuduz bir hırızmayla yırtıldığı çağlardan
derelerim kana kesmiş ve asılmış gözlerimin burcuna üç dağın yaftası
öksüz bir evlât gibi sürüklemişim cesedimi bozbulanık niksar uçurumlarında
duvarlara künyem kazınmış ve adımı okumuşlar radyoda, gülümseyerek dinlemişim
sonra yeniden okumuşum ishakça elyazmamı uzun karartma akşamlarında
öfkeme yeni hatlar çizmişim, çırılçıplak savurmuşum gencömrümü yakıcı buz ışığına
ve saray eşiklerine dayanmışım da yürüyüp dev adımlarla.. çoğalışımın bedelini bilip gelmişim
gecede ateş aylası var ve ay öksüz bir şarkıcıdır uzun yoldan gelmişim
uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım
san pus içinde bir çığlıktım aradım kendi yankımı ateş aylalarında
ham bir çağlayı ısırmak gibi birşeydi erteledim gencömrümün kırık aşklarını
sormadım neydi beni savuran o çağ yangınlarının gizemli burgacına
bıraktım çocuk ellerimi dereotlarının gölgesinde yılları ışık hızıyla aktım
ve işledim geçtiğim bıçak yollarındaki çiçek harmanını belleğimin kurşuni fanusuna
uzun yoldan geliyorum kulaklarım çınlıyor vur emriyle arandım
gecede ateş aylası var ve ay değirmi bir bıçaktır ölüm yollarında
uzun yoldan geliyorum gözlerim kararıyor risalesini tuttum tarihin
upuzun yatmışım ranzama cehennem göklerde bir yıldız kadar yalnız
şimdi rüzgâr esecek diyorum şimdi biraz daha dallanacak gözkovuğumdaki çuvaldız
şimdi kum fırtınası kirpiklerimde şimdi bir kök tuz damarı gözbebeklerim
uzun yoldan geliyorum, kaybolmuş sûrelerini okudum eski kitabelerin
içinde her gece bir çölün boğulduğu ve her sabah bir denizi dirilten söylencelerin
upuzun yatıyorum ranzamda ve ay öksüz bir şarkıcıdır ondan dinledim
takdirî tahfife yer yok azamî hadden hüküm giydim
gecede ölüm mahyası var ve ay değirmi bir bıçaktır hücre penceresinde
takdirî tahfife yer yok, yokluğumda tefhim edildi hüküm
çün cürmüm sabit gırtlağıma pas akıyor vur emriyle arandım
upuzun yatmışım ranzama ateş aylalarında bir kıvılcım kadar yalnız
neyi anlatır bir kıvılcımın yalnızlığı diyorum, ömrümce bu soruyu aradım
bir çığlıkla koşuyor arkadaşların yanıtı hasta siempre comandante
bir direnç türküsü ki yankısı düşüyor blokların çatkısına
gecede ölüm mahyası var, kendi damarlarını ısırıyor kanım
uzun yoldan geliyorum ölüm açlıklarının ortasındayım
kanım kendi damarlarını kemiriyor, uzun açlıkların ortasındayım
bir yıldız tozu kadar yalnızım ışıltılı bir yıldızlar kumlasında
çığlığın çığlığa çarparak büyüdüğü çağlardan gelmişim
gece silah sesleriyle inmiş caddelere perdeler çekilmiş kapılar sürgülü
ve gün silah sesleriyle kopmuş da geceden, gece afişlerinin kıyısında durup bakmışım
genç ölüler görmüşüm yaralarına yağmur sızan güzelim ölüler
çocukların oyun taşını kavurmuş toplukırımların rüzgârı
pencereye çakılı gözlerini görmüşüm oğul yitirmiş anaların, iki buz yumağı
ve çığlığımızdan nasiplenen yol yorgunlarını görmüşüm
ışıltılı imgeleri korkuya adamışlar, mırıldanmışlar kendi sarsak acılarını
ben delifişek umutlarla yürümüşüm kırık çitli avlulardan haziran sabahına
ince bir çalıgülü bırakmışım sardunya dallarında ışıyan çiğ tanesine, çıplak ve ince
yürümüşüm ve uzun ölümler ortasında bulmuşum kendimi
çiğ tanesine ateş iklimleri düşünce
gecede ölüm mahyası var bize vaadedildi işkence
beynimin etime zulmü bu bize vaadedildi işkence
upuzun yatıyorum ranzada, bir bir açıyorum belleğimin karıncalanmış yiv huzmelerini
ateşi çalmaya gittim onlardan biri olarak ve onlar için
bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin yitik sûrelerinde
bilincin ete işkencesi bu, upuzun yatıyorum ölüm açlıklarının haziran vaktinde
upuzun yatıyorum adıma hükm’okunmuş çün münkir anılandım
diretmişim uzun geceler bir karartma perdesinin ardında demiraskı ve bakırtel
ölüme kavgaya ve aşka inanıyorum demişim bu yüzden ölümsüzlüğe
bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret
boy boy asmışlar beyazcama doksangün enkazı çehremi
çok sayıda yasaklanmış yayın ve dürbün ve matara ve parka ve zahire
etin zayıflığındandır kimbilir uzun gecelerin kararsız bir vaktinde
türkümüzü unutanlar olmuştur damarları kanırtan cereyan cehenneminde
direncimi dipsiz kuyulara attılar allahsız ve kimliksiz ve yoldaşsız bir ceset olarak
ve fakat çoğu birbirini elevermek suretiyle
diye okudular zayıflığımı bültenlerde
bütün öyküm bu üç sözcüğe mühürlü öyküm bundan ibaret
upuzun yatıyorum ranzada, bir bir geziniyorum belleğimin kurşunî dehlizlerini
uzun yoldan gelmişim kollarımda zebanilerin kanlı tuğrası
direncin dövmesi saymışım biran unutmamışım boz haki zulmetlerde
ne bir satır mektup ne bir dal ılgınotu ne bir sayfa kitap
bir gölge gibi geziniyorum şimdi eski söylencelerin haziran vaktinde
uzun ölümlere yatmışım
ilk kardelen buz iklimlerine düşünce
gecede ateş söylencelerinin sesi var bize vaadedildi işkence
ateşi çalmaya gittim onların lânetlenmiş sureti olarak
ateşi çalmaya gittim eski söylencelerin rüzgâr ufkuna yazılı hecelerinden
kök çınarlar geçtim ve köpük köpük yelkenlenen başak dönencelerinden
sönmüş ocaklar gördüm paslanmış sacayağı ve bakır leğen
bıraktım ardımda yağmalanmış kışlakların buzrengi cesedini
kaçgunlara düştüm ay ve güneş altında bir hayalet gibi taşıyarak dağlanmış suretimi
ve gizledim o eskil tarihimi
yenilmiş kılıçların kendini kanatan kınına
baktım; terin künyesi pas tutmaz dendi ve onların adı terin buhurundadır
kurak çakıl tarlalarına menekşe dikendirler ve teneke kutulara karanfil
hem saltanatlar yıkmışlardır ve payitahtıdırlar imece ülkelerinin
geç ısınır kulakları koyakların yankısına ve en son görendirler dağ ateşini
ama kan yuvaya döner ve gecikmiş evlât gibi basarlar bağırlarına
sararmış sayfalara büyük harflerle yazdım dağıttım en ücra köşelere
kan yuvaya döner, bir gün mutlaka diye adlar koydum şiirlere
ölüm açlıklarının ortasındayım onların lanetlenmiş sureti olarak
uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sanrılar geçiyor gözlerimden
hep aynı çanıltıyla açılıyor mazgal, açlığımı soruyorlar apoletlerinin içinden
ekmek kokusu sarmış koridoru ekmeğin mayası tuz kabuğu kül
sürükleyerek taşıyor çuvalı gardiyan, hışırtısı midemi deliyor
şimdi gül reçeli mi olur balı damlayan şeftali mi köpüğe kesmiş ayran mı yoksa
bütün anneler iyi aşçıdırlar damağımı yokluyor annelerin gül desenli sofrası
genzimde kekre bir tad, her yutkunuşta zifirî bir kezzap damlıyor karın boşluğuma
uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor duvarlara
uzun açlıkların ortasındayım, kaç gün oldu sanrılar geçiyor gözlerimden
şimdi yağmur esecek diyorum şimdi eylül sağnakları kondu avlularında
güçlükle doğruluyorum ranzadan, ağır ağır yürüyorum pencereye uzanan yolu
gecede karınca yolları var diyorum gökyüzü yıldız gözeleriyle dolu
dirseğimi dayamışım pervazın kıyısına, demire sürtünüyor çenem
şakağımda takılıyor alnımdan süzülen damla, anlıyorum sakalım uzamış
gecede yıldız düğünü var diyorum ve ay öksüz bir şarkıcıdır şapka açar yıldızlara
birdenbire parolaların değişme vakti, birdenbire yitiyor ışık
gün ışısa diyorum, parmak uçlarımla dokunuyorum karanlığa
uzun açlıkların ortasındayım, nöbetçi kulesinin gölgesi düşüyor duvarlara
gecede ateş söylencelerinin sesi var, yankılanıyor aykaranlıklarda
ateşi çalmaya gittim onların lânetlenmiş künyesi olarak
………………………..