ESENLİK SİZE / Ahmet Muhip Dıranas

21/02/2010

ESENLİK SİZE


O gün bu gün size özendim
Her yerde; hava, toprak, deniz.
Bir serüvendi; gökteyseniz
Çıktım, yok, yerdeyseniz indim.

İlkin, size içkiyi tattırdım:
Ömür boyunca sarhoşsunuz;
Ne açsınız artık ne susuz.
Sizsiz ben de susuz kalırdım.

Size geceyi de öğrettim
Onda düşlerle çoğaldınız;
Yaşantıda yorgun ve yalnız
Değilsiniz; sizi ürettim.

Biterdi belki bir uykuyla
Her şey ve tadından ötürü.
Gördünüz ki bundan ileri
Bir şey var çağıran tutkuyla.

Çağırdım, çağırdım, çağırdım
Bir böcek gibi titreyerek
Koştunuz tükeninceye dek
Ha bir adım, daha bir adım…

Sizi ölümle perçinledim
Bana… ve sımsıkı ve sıcak;
Üşürdünüz ah, çırılçıplak,
Ölüm döşeğinde; önledim.

Size yani günahı sundum;
Öptünüz ve güzelleştiniz.
Çirkindiniz ilkin, tek ve pis.
Irmak oldunuz; sizde yundum.

Şimdi olay; hep ya hiç gibi,
Vardan ve yoktan özge bir şey,
Sevgiden de öte bir düzey;
Olmak ya da olmamak belki.

Ahmet Muhip DIRANAS


BÜYÜK OLSUN / Ahmet Muhip DIRANAS

16/02/2010

AHMET MUHİP DIRANAS

(1909 – 21 Haziran 1980)

BÜYÜK OLSUN

Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.


S’imge : ELLER

13/02/2010

S’İMGE : ELLER Sayımızda Türk ve Dünya Edebiyatından Saçilmiş 21 düzyazı ve 27 şiir yer alıyor.


YAĞMUR, GÜL ve ELLER

Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!

Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk.

Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gül’le gece arasında,

Kopmuş gidiyor dallarımdan…
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden.

Ahmet Muhip Dıranas


ELLER KOLLAR

Hani Cahit Sıtkı Tarancı
Derdi ki, “Nerde hareket ben orda,”
Supervielle de öldü, unutamadı,
Aklı hep elinde kolunda.

Der ki, bir ölüyü konuşturarak,
Gençliğimde yazdığım şiir:
“Başımı kaşımak, çiçek koparmak,
El sıkmak istiyorum arada bir”

Hafiftir düşün, uçup gidebilir
Bir koku ağırlığı kadar,
Yanlarımda ellerim kollarım var
De ki, onlar bana yetişir.

Melih Cevdet Anday

ELLERİM

Ellerimi severim
On parmağım başak başak,
Ne selamlar gönderdim
Liman liman beş kıtaya,
Her kıtada canımız var, canımız
Ben nasıl sevmem sizi ellerim
Ne omuzlar tuttunuz.

ELLERİN

Ekmek gibi ellerin var
Sıcacık
Seni niçin sevmeyeyim?

Cahit Irgat

SAĞ EL

Sağ elim arslan elim
Her hâli ayrı ayrı
Dillere destan elim
Âlemde senden gayrı
Gerçek dayanak mı var
Yediğim ekmek senden
Sen ev yıkmaz ev yapar
Sensin beni ben eden

Sağ elim arslan elim
Dost için düşman için
Her zaman insan elim
İstemem dert göresin
Sen dünya maceramda
Aşkım sabrım kararım
Gülsem de ağlasam da
Ancak seninle varım

Cahit Sıtkı Tarancı


AŞK ŞARKISI

Ellerini ver, öpeceğim,
Binlerce el içindeyim,
fiu beyaz çizgilerden gideceğim.
Ellerini ver, ellerini…
Seni öldüreceğim.

Gözlerinden gireceğim,
İçinde yer edeceğim.
Sana oradan sesleneceğim;
Ellerini ver, ellerini…
Seni öldüreceğim.

Özdemir Asaf


DÖRTLÜK

Bir elim ekmekte bir elim sende
Bir elim gerçekte bir elim sende
İki el bir baş içinmiş masal
Bir elim gelecekte bir elim sende

Arif Damar


S’imge : GÜZELLİK

01/02/2010

S’imge GÜZELLİK Sayımızda Türk ve Dünya edebiyatından seçilmiş 21 düzyazı ve 32 şiir yer alıyor.

Ahmet Muhip Dıranas

SEN VE GÖKYÜZÜ

Bir güzelim sensin, bir de gökyüzü.
Gerisi denizler ötesi, hepsi.
Gökyüzüm gündüzüyle, gecesiyle,
Sen güzelim aşkıyle, neşesiyle
Uyumlu, esgin, elele, ikiniz,
Mutlarla bezer, gönendirirsiniz
Ömrümü, kıyısında bir akşamın.
Bu kutlu anlarında yaşamanın
Solumayı bile unutuyorum;
Sanki ölümsüzlüğü tutuyorum!
Ya o gökyüzü; öylesine mavi
Üstümüzde, öylesine ebedi
O gökyüzü ve öylesine gerçek;
Büyük, büyük, büyük, kocaman çiçek.

İlhan Berk


BEN SENİN KRALLIĞIN ÜLKENE YETİŞTİM

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim.
Denize bakan evler gibiydim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle.
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbulun.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış..

Cemal Süreya

YAZMAM DAHA AŞK ŞİİRİ

Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu

Dünyanın en güzel kadını oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmaz ki
Kan kadını rüzgardı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu

En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı

Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan

Ümit Yaşar

GÜZELDİNİZ

Bir zamanlar sizi de sevmiştik hatırlar mısınız
Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz
Her gece ayla beraber çıkardınız gökyüzüne
Gün olur güneşler doğardı aydınlığınızdan
Gözlerinizin şavkı vururdu duvarlara
Gün olur dağ rüzgarıyla gelirdiniz
İnsanı büyüleyen bir havanız vardı
Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz.

Tutunca avuçlarımızda eriyecek sanırdık elleriniz
Öyle beyazdılar, inceydiler anlatılmaz
Ya dudaklarınız yaban eriği kokulu
İnsanı deli divane eden dudaklarınız
Hiç öpmemiştik ama bilirdik tadını öpmüşçesine
Zekiydiniz aklımızdan geçenleri bilirdiniz
Bir tanrı yüreğiyle severdik sizi
Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz.

Nereye gitsek sizi bulurduk karşımızda
Yürüsek gölgemizdiniz uyusak düşümüzdünüz
Kır çiçekleri açardı bastığınız yerde
‹yot kokuları gelirdi uzak denizlerden
Gözlerinize gemilerin biri gelir biri giderdi
Yosun yeşili elbiseler giyerdiniz
Bilseniz nasıl da yaraşırdı size.

Şimdi ne desek faydasız yoksunuz
Bir karanlıktır bıraktınız arkanızda
Yüzünüzü görmek mümkün değil artık
Kulaklarımızda yalnız aksi kaldı gülüşlerinizin
Hani yokluğunuz bu kadar uzun sürmeyecekti
Hani giderken gelirim demiştiniz
Vefasızlık bile yakıştı size
Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz…

Özdemir Asaf

AAAAA

Senin birinci mutluluğun güzellik.
Senin ikinci mutluluğun güzellik.
Senin üçüncü mutluluğun güzellik.
Senin dördüncü mutluluğunu özledik.

Yeter gözlere verdiğin anlamsız sevgi.
Ölümün kapısına yöneldik.

SAYGI

Sana güzel deyorlar;
Sakın olma.


BEŞ MEVSİM (Çağlar, Dıranas, Kısakürek, Tanpınar, Tecer)

14/01/2010

1957 basım tarihli BEŞ MEVSİM şiir seçkisinde 5 Hececiler’in dışında kalan Hece vezninin 5 usta şairi yer alıyor: Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Muhip Dıranas, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer. Seçkinin ilginç yanı, özellikle Tanpınar ve Dıranas’ın aşağıda okuyacağınız şiirlerinin şairlerince daha sonraki yıllarda kimi değişimlere uğraması. Eski yazımının mı, yeni halinin mi daha güzel olduğu konusunda tartışmalar yaratan örnekleri şiirseverlerin beğenisine sunuyoruz.

Ahmet Kutsi TECER

GECELEYİN

Geceleyin benden ayrılır ruhum,
Dönünceye kadar açık kalır cam.
Uyanık, başımın ucunda bir mum,
Beklerim, beklerim böyle her akşam.

Bilmesem de nerye gidiyor ruhum,
Bütün gece, sessiz, eriyip de mum,
Sabah olduğunu çok biliyorum;
Biliyorum, bu bir sonsuz helecan.

Besbelli bir ömür böyle sürecek,
O öyle uçarı, ben böyle ürkek;
Bir gün ya bilerek, ya bilmeyerek,
O dönmeden camı kapayacağım.

(İlk defa bu kitapta yayınlanıyor)

Behçet Kemal ÇAĞLAR

DEĞİRMENE İSTİDA

Köküne sar beni, yeşert ey söğüt!
Değirmen, değirmen, beni de öğüt!
Ey dere bende de çarkları döndür;
Çuvalların açık durduğu gündür.
Tozlandım yollara uzana, baka,
Duru su! Duru su! Beni de yıka!
Omzumdan başımdan dökül ey dere;
İçim temiz çıksın büyük günlere!
Her şeyi söndüren! Ah beni yaksan…
Sonunda göl olup durulacaksan
Maya yap şimdiden al gözyaşımı
Döndür, çarkın gibi, döndür başımı;
Değirmen! Değirmen! Beni de öğüt!.
Ben meyvesiz ağaç, yürüyen söğüt;
Sen ey kavakyeli, başımdan dağıl!
Duru su! Gel bana sen çağıl çağıl,
Gizli yatağımdan çıkar, koğ beni,
Gel, ya tertemiz et, ya da boğ beni!
Kızım! O ak bezde ne kir var ne suç;
Gel beni çitile, bana vur tokuç…
Meded ey çark, meded ey su, ey söğüt!
Değirmen, değirmen! Beni de öğüt!

Necip Fazıl KISAKÜREK

TÜTEN RUH

Sana ey kanımda eriyen kadın
Can nasıl dayansın, nasıl dayansın.
Mezara çekmekse beni maksadın
Önümde o siyah gözlerin yansın.

Bir sütun alevsin, bir sütun duman,
Yalnız seni görür gözünü yuman.
Senden ateşine bir deva uman
Bari gitsin kara toprağa kansın.

Bir çukur solumda, bir taş sağımda
Kabre girdiğim gün bu genç çağımda
Öyle bir yüksel ki sen toprağımda
Görenler ruhumu tütüyor sansın.

Ahmet Hamdi TANPINAR


BURSA’DA ZAMAN

Bursa’da eski bir cami avlusu,
Mermer şadırvanda şakırdayan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar,
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Altı yüz çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili, göğün mavisi
Ve minârelerin en ilâhisi!..

Bir zafer çığlığı burda her isim;
Yekpâre bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın…
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir eski zaman vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası;
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer
Türbeler, câmiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin,
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yâdını gelen, geçene.
Bu hayalde uyur Bursa, her gece;
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Bahar rüyasiyle bahçelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Fetih günlerinin saf neş’esini
Aydınlanmış buldum tebessümünle,
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde… Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk.
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm, bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası, büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin!

Ahmet Muhip DRANAS

TİTREK BİR DAMLADIR

Titrek bir damladır aksi sevincin
Yüzünün sararmış yapraklarında
Ne zaman kederden taşarsa için
Şarkılar taşırsın dudaklarında.

İşlerken hülyanı sesten örgüler
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hülyanda fecirler güler
Buruşmuş bir çiçek parmaklarında.

Gözlerin kararan yollarda yorgun,
Ve bir zambak kadar beyazdır yüzün;
Süzülüp akasya dallarından gün
Erir damla damla ayaklarında.

Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında.

Sen böyle kederden taştığın akşam
Derim dudağında şarkı ben olsam
Gözlerinde damla, içerinde gam
Eriyen renk olsam yanaklarında

(S.E.S. Sanat Eserleri Serisi, 1957, Sunu: Zahir Güvemli)


S’imge : SEVGİLİ

25/12/2009

S’imge  SEVGİLİ sayımızda Türk ve Dünya edebiyatından seçilmiş 20 düzyazı ve 63 şiir yer alıyor.

AHMET HAMDİ TANPINAR

(1901 – 1962)

LEYLA

Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma
Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm.

Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu
Saçları bahtından daha siyahtır.
Kurmuş diye sevda yolunda pusu
Döktüğü gözyaşı›, çektiği ahdır.
Leylâ… Elâ gözlü bir çöl ahûsu.

Bir damla inciydi kirpiklerinde,
Aşkın ıstırapla dolu rüyası.
Bir başka güzellik var kederinde
Bir başka âlem ki ruhunun yası,
Sessiz incileşir kirpiklerinde.

KEMALETTİN KAMU

(1901 – 1948)

İRŞAD

Sevgilim güvenme güzelliğine
Senin de saçların tarumar olur
Aldanma talihin pembe rengine
Hayatın uzun bir intizar olur.

Sevgilim her insan doğarken ağlar
Çiçeklerle açar, sularla çağlar
Rehgüzâr olur bahçeler, bağlar
Nihayet isimsiz bir mezar olur.

Sevgilim baksana bir yanda gülen
Bir yanda gözümün yaşını silen
Kimi benim gibi erir derdinden
Kimi senin gibi bahtiyar olur!

Sevgilim senin de geçer zamanın
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü ânın
Böyledir kanunu kahpe dünyanın
Dört mevsim içinde bir bahar olur!

AHMET MUHİP DIRANAS

(1909 – 1980)

BAHAR ŞARKISI

Titrek bir damladır aksi, sevincin
Yüzünün sararmış yapraklarında;
Ne zaman kederden taşarsa için
Şarkılar taşırsın dudaklarında.

İşlerken hülyanı sesten örgüler,
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hayalinde şafaklar güler,
Buruşmuş bir çiçek, parmaklarında.

Gözlerin kararan yollarda üzgün
Ve bir zambak kadar beyazdır yüzün;
Süzülüp akasya dallarında gün
Erir damla damla ayaklarında.

Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece,
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında.

Sen böyle kederden taştığın akşam,
Derim: dudağında şarkı ben olsam;
Gözlerinde damla ve içinde gam
Eriyen renk olsam yanaklarında.

ZİYA OSMAN SABA

(1910 – 1957)

YETİŞİR

Beni hatırladıkça
Arasıra gönlümü al
Sokakta görünce, gülümse
Yanıma yaklaş
Az elin elimde kal

Evine misafir geleyim
Kahvemi sen pişir
Taze doldurulmuş sürahiden
Bir bardak su ver
Yetişir

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

(1914 – 2008)

SEVGİCEK

Severdim
Severdim onu geceleri
Aydınlık taşlar sanki uyurdu
Sessizliğinde

Daha ötelere giderdi yeşilden
Ellerinde otlar
İnanırdı yıldızların birliğine
Mutluluğuna suyun yalazın

Öteki kuşları yaşardı
Dallar serçelerle doluyken
Yiterdi kendi aklığında
Uçsuz bucaksızdı düşü

Severdim
Düşünürdüm düşünürdüm ayrılığında onu görürken de
Baktıkça azalırdı
Öyle ince bir yüzü vardı ki


HATIRA / Ahmet Muhip Dıranas

10/12/2009

HATIRA

Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu, bir bakışta tanıdım onu;
Rüyalarıma tayf halinde konan,
Peşime bir korku gibi düşen o.

Bazı bir yapraktı, bazı bir rüzgâr.
Dolardı aydınlık olup, odama.
Bahçemde süzülür giderdi bahar
Sabahının fecri vururken cama.

Ayakları kumda bırakmadan iz
Yanıma geldiği hep gecelerdi;
Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz
Uzak bir maziye dönüp giderdi.

Bir avuç ışıktı incecik yüzü,
Gözleri geceler gibi derindi;
İçine başımın her an düştüğü
Avuçları sudan daha serindi.

Geçerken dün yoldan, ruhumu saran
Bir gölge halinde ve ağır ağır;
Tanıdım; o, yâdı hoş zamanlardan
Seven ve yaşayan bir hatıradır.

Ahmet Muhip DIRANAS


S’imge : ÖLÜM

07/12/2009

S’imge : ÖLÜM sayımızda Türk ve Dünya Edebiyatından seçilmiş 16 düzyazı ve 75 şiir yer alıyor.

Abdülhak Hamit Tarhan

(1852 – 1937)

MAKBER

Eyvâh!.. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
……
Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz!..
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et!..
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et!..
……
Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben?..
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden?..
Verdin bana böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
Ya bir kulu sevmiyor musun sen?..
Ya böyle bir ölüm değil mi erken?..
Hiç bulmamak üzre gâib ettim,
Mecnun gibi ben onu severken.
……
Her yer karanlık pür-nûr o mevkî?..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.
……
Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.

AHMET HÂŞİM

(1885 -1933)

ÖLMEK

Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i ye’s-âşinâ-yı hüsrâna..
Titrek
Parıltılarla yanan bir mesâ-yı mezbaha-renk
Dağılırken suhûr-ı üryana,
Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i yes-âşinâ-yı hüsrâna…

Kanlı bir gömlek
Gibi hârâ-yı şemsi arkamdan
Alıp sürükleyerek,
O dem ki refref-i hestîye samt olur kaaim,
Ve bir günün dem-i âlâyiş-î zevâlinde
Sürüklenir sular âfâka şu’le hâlinde,
O dem ki kollar açar cism-i nâ-ümîde adem.
Bir derin sesle “haydi” der uçurum,
O dem,
Firâz-ı zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Savt-ı ümmîd-i kalbi dinlemeden,
Cevf-i hüsrâna düşmek istiyorum.

YUSUF ZİYA ORTAÇ

(1895-1967)

BİR GÜN

Bir gün basacak beni de
Göğsüne bu anne toprak.
Görecekler ellerimi
Bir çınarda yaprak yaprak…

Sesim, dalda öten bir kuş,
Ruhum, fezada bir uçuş,
Bütün huzurunu bulmuş,
Bu dünyadan uzak, uzak…

Benden bir zerre her çiçek,
Benim gözlerim şu böcek,
Çiftçiler her yaz biçecek
Saçlarımı orak orak…

Dört mevsimle dolu başım,
Otlar, yapraklar sırdaşım,
Kara toprağı gözyaşım
Sulayacak ırmak ırmak…

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

(1898-1973)

ANNESİZ ÖLÜ

Dün bir cenaze gömdüm bağrıma gizli gizli,
Bu küçük bir çocuktu, sarışın saz benizli:
Taş kesildi yüreğim mezarının başında.

Saz benizli bir öksüz, sarışın bir yetimdi,
Bu gömdüğüm cenaze benim muhabbetimdi,
Veda etti hayata doymadan üç yaşına.

Dünden beri gençliğim yarım, kalbim yarımdır.
Bu talihsiz mezarı benim damarlarımdır
Sinirli dallarıyla kucaklayan sarmaşık.

Neşeye hasret giden sevdamın arkasından
Ağlasın istiyorum, bir genç kadın yasından,
Ömrünü damla damla terk ederken bir âşık…

Bir genç kadın ki duysa bu vakitsiz ölümü
Matemini tutmaya kâfi görür gönlümü,
Yine hayata sevda ufuklarından güler.

Hiç can vermiş var mıdır bundan daha elemli;
Yaşarken gözü nemli, ölürken gözü nemli?
Ah annesiz ölüler, sevgilisiz ölüler!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

(1901 – 1984)

TABUT

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayakucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

NÂZIM HİKMET

(1902 – 1963)

CENAZE MERASİMİM

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
merdivenlerse daracık.

Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
belki ıslak asfaltıyla yağmur.
Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem,
bir şey damlayabilir aln›ma bir güvercinden: uğurdur.
Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
meraklıdır ölülere çocuklar.

Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…

VASFİ MAHİR KOCATÜRK

(1907 1961)

ŞAİRİN ÖLÜMÜ

Ne bir damla gözyaşı, ne yerde yaslı bir mum;
Hazin, loş odalarda ölümü sevmiyorum.
Bir çığ sesiyle nasıl inlerse bir uçurum
Benim öyle verecek kalbim son nefesini…

Titreyen dallarını açıp göklere kadar,
Hıçkıracak ney gibi sülün boylu kavaklar,
Talihimin göğsümde hapsettiği canavar
Derin çıtırtılarla kıracak mahpesini…

Ardımda binbir gönül, ıstırabımdan derin,
Matemini tutacak bir mukaddes kederin;
Ölümün gösterecek dünyaya ölümlerin
Hem en şereflisini, hem en mukaddesini…

Gözlerim çektiğimi ifşa etmese bile
Kalbimden ayrılınca ruhum gelecek dile:
Yüzbin yıllık kâinat hummalı bir vecdile
Dinleyecek ilk defa ıstırabın sesini…

Her gün bir parça daha fazla yalçınlaşarak
Bir uçurum olunca bana sevdiğim kucak,
Fırtınalı göklerden ölümüm andıracak,
Yıldırımla vurulmuş kartalın düşmesini.

AHMET MUHİP DIRANAS

(1909 – 1980)

AYAKLAR

Ölmüş o, ayrı düşmüş sürüden,
Ayakları dışarda örtüden.

Ölmüş herkes gibi ölen insan,
Yalnız ayaklar kalmış yaşayan.

Ardından ölüme düşen başın
İki kardeş bakakalmış şaşkın.

Burada ansızın susup kalmış,
Koyunları başıboş bırakmış.

Der ki, bu ayakları görenler,
“Başım değilmiş düflünen meğer,

Ayaklarım, az gide uz gide,
Ayaklarım, ümitler peşinde!

Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür!
Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür…

ZİYA OSMAN SABA

(1910 – 1957)

RABBİM NİHAYET SANA

Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz…
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var.
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz…

CAHİT SITKI TARANCI

(1910 – 1956)

ÖLÜMDEN SONRA

Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.

Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.

ORHAN VELİ

(1914 – 1950)

ÖLÜME YAKIN

Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hâli;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acayip, kuşların hâli.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
– Akşamüstüne doğru, kış vakti –
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fâni dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

(1914 – 2008)

GECEYE KARŞI MÜDAFAA

12
Bu adam ölmüştür ama,
Düşmedi toprağa henüz vakit.
Hayatını devrettik ağaçlara
Kalbi kimlere ait.

Bu adam ölmüştür ama,
Başucundan ayrılamadık.
Sonsuz kederinde gecelerimizin
Nedendir hâlâ bu beyazlık.

Bu adam ölmüştür ama
Henüz durmadı nehir.
Ve nasibi muhteşem kuşlar gibi
Onu götürebilir.

OKTAY RİFAT

(1914 – 1988)

KARACAAHMET

Akşamları parka çıkmaktı
En büyük eğlencesi
Şair Orhan Veli’yi
Melih Cevdet’i severdi hayatında
Ağaçlardan kavağı severdi
Yıldızları da severdi
Ve en rahat
Anasının serdiği döşekte uyurdu
Şimdi burada yatıyor

MELİH CEVDET ANDAY

(1915 – 2000)

ÖLÜMSÜZ

“Babamı gördüm düşümde” diye anlattı,
“Öylesine ağladım, yalvardım da,
Anlamadı,
belki de hiç tanımadı.”

“Elbet oğlum,” dedi öğretmen Krişna,
“Ruh ölümsüzse eğer,
Ölümlü duyguları anlar mı?”

ÖLÜM

Maviyi anlarsın.
Denizi anlarsın,
Mavi denizi
Zor anlarsın…

BAKİ SÜHA EDİBOĞLU

(1915 – 1972)

MEZARLIK

Dün akşam gün batmadan
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü üstünü:
Madem ki annesi burada yok,
Bu küçük kız bize emanet,
İlerde yatan bir başka ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelayı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.

BEHÇET NECATİGİL

(1916 – 1979)

BAŞ SAĞLIĞI

Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.

Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.

Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.

Bafl sağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.

Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kâğıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.

Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylemeden
Put gibi duruyorum.

Kimseler anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldümü.

İLHAN BERK

(1918 – 2008)

ÖLÜ BİR OZANIN SEVGİLİ KARISINI GÖRMEYE GİTMEK

‘Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde. Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
Böyle yaşayıp gidiyorduk !
Sesi,
sanki çok ötelerden gelirmiş gibi
Ezik, suskun odaları dolaştı durdu.
Masada açık duran bir kitabı gösterdi sonra.
Hepsi bu !
Böyle dedi, yüzüne kapayıp ellerini
Alınmış gibi bir bulutun yer değiştirmesinden.

CAHİT KÜLEBİ

(1917 – 1977)

FARENİN ÖLÜMÜ

Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu,
Canı çok yanıyordu günlerden beri.
Ne alnında dolaşan bir dost eli
Ne imdat isteyecek kimsesi vardı
Ne Tanrısı, ne de peygamberi.

Günlerdir karanlık deliklerde
Yanıp sönüyordu gözleri.
Sevinç değil ki paylaşılsın
Kendi kendinindi kaderi.

Sürüm sürüne dışarı çıktı.
Kıvrıldı ateşte pençeleri.
Kurtuldu rahat etti farecik,
Rahat etti dişleri.

Kibardı, incecikti kuyruğu,
Vücudu, küçücük pençeleri.
Bir makara gibi çözüldü,
Unuttu kedileri.

Farecik! Nazlıcık! Garipçik!
Canı çok yanıyordu günlerden beri.
Kibardı, incecikti kuyruğu;
Boş koydu delikleri.

Bir varken bir yok oldu
İşte dünyamızın işleri.

ÖZDEMİR ASAF

(1923 – 1981)

ÖLÜM

Ölüm; ben onu çiçeklerle giderken gördüm.
Ölüm; ben onu yaşamları bilerken gördüm.
Obur doymazlıkların obur açlıklarında,
Ölüm; ben onu, varlıkları silerken gördüm.

Ama bir de yokluğun ve yüreğin önünde;
Ölüm; ben seni utanç ile titrerken gördüm.

AHMET NECDET

(1933)

ÖLÜM VE ABLAM

Ölüm ölümdür benim canım ablam.
Bilirsin: Soğuktur yüzü.
Döşümüze düşen kara bir güneş
Geceye çevirir gündüzümüzü.

Ölüm ölümdür benim güzel ablam,
Görürsün: Çürür her ağaç,
Dalından kopan bir yaprak gibi
Toprağa karışır bir tutam saç.

Ölüm ölümdür benim tatlı ablam,
Duyarsın: Tükenir sözün gözü,
Yine de söyler dilsiz bir ağız
Sakladığı o gizi.

Ölüm ölümdür benim şirin ablam,
Koklarsın: Gölgesiz bir çiçek,
Çırpındıkça aynasında zamanın
Kanar o gül, kanar dikensiz yürek!

Ölüm ölümdür benim gülüm ablam,
Girersin: Evin kapılı,
Birinden çıkıp da ikincisine
Taşıyarak öncül’ü ve ardıl’ı.

Ölüm ölümdür benim eşsiz ablam,
Varırsın: Neye mi, nereye mi?
Hiçkimsenin gülü, de bana artık:
Yoksa hiçbirşey’e mi?

HİLMİ YAVUZ

(1936)

DOĞUNUN ÖLÜMLERİ

ölüm bir aşirettir doğuda

ayışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuzbucaksız turnalarını
kat kat gurbete dürmüş evvelbaharla
sevdası göçer olandır

ve bu nasıl bir serencâmdır
satılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini
bir çığlık gibi mengeneden mengeneye
sokup çürüten rüzgârdır

türküsü ki eşkiyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovayı çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır

ölüm bir aşirettir doğuda

ÖZDEMİR İNCE

(1936)

BİR AĞAÇ ÖLÜSÜ

Kaç akılsız taşkının, kaç bulanık selin dölüyüm,
bir boşluk gibi kaldım işte bir yol kıyısında,
yanımda birkaç kedi ölüsü, gözleri açılmamış yavrular.

Bir yaşlı kadın bulsa beni, güneşte kurutsa
ve ocağa atsa en sağır soğuğunda önümüzdeki kışın,
konuşsa benimle, ellerini görsem, kemiğe yapışmış derisini.

Mutluyum bu yazgımdan, ne mutlu, ne mutlu bana,
bir darağacı olmadım gözyaşı ve kan kokan siyaset meydanında,
karyolasına çakılmak isterdim misk kokulu gelinin,

tabut da olabilirdim genç bir ölüye, olmadım ama.

Böyle düşünüyor dünkü sellerin sürüklediği yaşlı ağaç
ve dilini şaklatıyor turunç reçeli yemiş gibi.

ÜLKÜ TAMER

(1937)

ÖLÜMDÜ ADI

Ölümdü adı onu ilk gördüğümde,
Sonraları da hiç değişmedi;
Kalesinden gösterdiler bir şehrin onu,
Onu gördüm ve ormanı gördüm uzakta,
Ne yapsam değişmeyecekti adı.

Bir kılıç verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdular bana;
Bir kazma verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdum onlara;
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım,
Akşamları yemek yerdim bazılarıyla;
Biz toplandıkça büyürdü ölüm, adı ölümdü,
Şehir büyüdükçe azar, çıkardı çarşılara.

Adı ölümdü çünkü onu yarattığımız zaman,
Her akşam kanardı dudaklarındaki kuş
Ölümdü adı ona her gece taşındığımda
Alışkın olduğum bir darağacından,
Gülerken boğazının karanlık boşluğuna
Ölümdü, sokaklarında dolaşırdı şehrin,
Saat kulesini getirmişti uykularıma.

O kadar ölümdü ki, o kadar da çalışkan,
Kimseler kurtaramazdı beni ölümden başka.


FAHRİYE ABLA / Ahmet Muhip Dıranas

26/11/2009

 

FAHRİYE ABLA

 

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçede akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin,
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın,
Hala dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şeyler değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye Abla

Ahmet Muhip DIRANAS

(Unutulmayan Şiirler Antolojisi, S’imge Yayınları, 10. basım, 2005)


S’İMGE : EV

04/11/2009

ev

S’imge seçkimizin EV sayısında seçilmiş 18 düzyazı, 37 şiir yer alıyor.

EVLER

evler tek katlı da olabilir, yüz katlı da
iş bunda değil
yeter ki sokaklarımızı ezmesinler yeter ki
temiz çevik güleryüzlü görsünler hizmetimizi
çıplak duvarlara diyeceğim yok taze ve canlıysalar
dar pencereler giyotini hatırlatır bana
pencere dost sözü gibi rahat ve geniş olacak
ağaçsız asfaltı sevmiyorum
parklarda göller göllerde ak kara kuğular olabilir hatta ara sıra bando mızıka ama en önemlisi parklarda öpüşülebilmeli
aptal ölü ellerini operette arya söylermiş gibi açmış mankenleri sevmiyorum
taştan ve tunçtan insanları sevmiyorum tabanlarından inip aramızda dolaşmıyorsa bankaları ve hükümet konaklarıyla övünen şehirleri sevmiyorum
sevdiğim şehirler sağlıkevleriyle övünenlerdir çocuk bahçeleriyle övünen şehirler.

Nâzım HİKMET

EVİM

Ahşap ev; camlarından kızıl biberler sarkan!
Arsız gökdelenlerle çevrilmiş önün, arkan!
Kefensiz bir cenaze, çırılçıplak, ortada…
Garanti yok sen gibi faniye sigortada!
Bir köşende anneannem, dalgın Kuran okurdu
Ve karşısında annem, sessiz gergef dokurdu.
Semaverde huzuru besteleyen bir şarkı;
Asma saatte tık tık zamanın hazin çarkı…
Çam kokulu tahtalar, gıcır gıcır silinmiş;
Sular cömert, “temizlik imandandır” bilinmiş…
Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler.
Ölçülü uzaklıkta, yakın beraberlikler…
Seni yiyip bitiren, kırk katlı ejder oldu;
Komşuluk, mana ve ruh, ne varsa heder oldu;
Bir yeni nesil geldi, üst üste binenlerden;
Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden…
Seninle sarmaş dolaş, kökten bozuldu denge;
Vuran kimse kalmadı bu davayı mihenge…
Şimdi git, mahkemede hesap ver, iki büklüm;
Cezan, susuz, ekmeksiz, olduğun yerde ölüm
Evim, evim, vah evim, gönül bucağı evim!
Tadım, rengim, ışığım, anne kucağı evim!

Necip Fazıl KISAKÜREK

EVİÇİ

Süzülür odama her sabah erken,
Bir gümüş ve yayvan tepside gülen
Gözlerinin daha uyku ucunda;
En serin su buhar olur avcunda.
Ve bir rüya gibi sessiz yürürken
Yumuşak zincirini sürüyerekten
Avuç içi kadar ufak odamda
Sanki küçük kalbi vurur eşyamda.
Her þey yankılanır onun sesinden,
Ayırdedilemezken gölgesinden
Elinin dokunmuş olduğu þeyler
Ürperir, canlanır sanki ve güler.
Çiçekleri sularken akşamüstü
Bol saçlı başında tembel bir örtü,
Yumuşak zincirini sürüyerekten
Eski bir şarkısı tekrarlar, neden:
Pencereden selam verir mendilim
Senden başka yoktur benim sevgilim…

Ahmet Muhip DIRANAS

EVLERİMİZİ TAKDİM EDERİM

Şu karşidaki delikli kutuya ev derler
Insan oğulları burada yer burada içer
Ve daha tuhaf tuhaf işler görürler
Bunlarin çoğu ayıp şeylerdir söylenmez
Evlerimizin üstü kapalıdır
Ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar
Halbuki kuş yuvalarının üstü açıktır
Ve kuşlar şiir yazmazlar

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

EVİN HALLERİ

Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.

Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bıracaksınız evi.

Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden eve.

Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa evde.

Evin -den hali, uzaksınız,
Hattâ içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken evden.

Behçet NECATİGİL

ODA

……………………ODA=ADA
Evin doğası sessizliktir. Odalar, sofalar,
merdivenler, döşemeler sessizlik eğirir.

SESSİZLİK İSTER EV.

Kapı yolları yumağıdır ev. Bu keçi yolları besler
onu. Böyle bir sessizlik, sınırsızlık saçar.

Her şey de bu sessizliği dolu dolu yaşar.
(Evde paylaşılan tek şey de budur.)

Odadır, ev.

Bir ada.
(Kendi halinde)
Bir içe çağrı.
Kapalılığa, yalnızlığa övgü.

Ama biz bir evi görürüz hep.
Oysa ev seyircidir.
Gezinir, yokmuş gibi yaşar.
Açar kapar kapıları
Evde her şey birbiri için vardır.
(Kapalılık bunu gerektirir.)
Oda yalnız kendisi için yaşar.
Her durumda düşe çekilir ev.
Oda hep uyanıktır.
Her şeyi konuşur oda.
Her şeyin de bir anlamı vardır.
(Hiçbir şey anlamdan kurtulamaz.)

İnsan bir adadır.

Oda: Bir dünya.

İlhan BERK

KÜÇÜK EV

Hangi eve
Başımızı soktuysak..
Yer yerinden oynadı
Aşkımızdan.

Büyük aşklar
Eve sığmaz diye
Bir şair sözü vardır da,
Ondan.

Özdemir ASAF

BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların

Sezai KARAKOÇ


YÜKSEK EVDE OTURANIN TÜRKÜSÜ

Evleri yüksek kurdular
Önlerine uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar.

Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar.

Evleri yüksek kurdular
Cama, betona boğdular
Usumuzdaydı unuttuk
Topraktan uzakta kaldı
Toprağa bağlı kalanlar.

Gülten AKIN

EVİM OL

bu ev bekler bizi bir yere gitmez

seni beklersem evin olurum
dünya bilirim bahçeyi her çiçeği yaz
kiraz çocukluğun senin öylece dursun

mevsimleri dönüşüne biriktiririm

rüzgarın peşinde bir deli yağmur
yağmurun peşinde o bildik yaz
kiraz gençliğin senin öylece dursun

uçursun çatımı güvercin telekleri

kumral bir sözcüğün balkonundan sarkarken
kışa düşer yüreğim şiire düşer gibi
hüznün demi oturur radyoda bir ince saz

kiraz dudakların senin öylece dursun

koynunda öpülmeye telaşlı bir güneşle
umudun bentlerini aşıp gelirsen
bir gece bin bir masala böler kendini

evim olursun beni beklersen…

Nilay ÖZER