Ülkü Tamer / Ahmet Ada

28/02/2012

 

ÜLKÜ TAMER

 

hançerin gümüş saplı mıydı?

gagasından öptüğün kuş serçe miydi?

kasketini güneşe yıkmış adam Antep’li miydi?

at yarışlarından dönen çocukluğun muydu?

içine girdin bütün soruların ey doğabilimci!
kırağısı oldun güzel günlerin
Lorca’nın atlısı Chaplin’in sineması
başında bir Akdeniz bulutu

savrularak gidiyorsun işte, oldun kasırganın
gözdesi. kırmızıyı andın horoz ibiklerinde,
kanatlanıp uçtun göğe,
suya basınca kaynağı kaynakçı

güneşe tuttun Türkçeyi
parlayıp gitti kuşların tünediği çalılığa

çocuksu bir güzellikten geldiğin doğru muydu?
elinde bir atlıkarınca bileti

Ahmet Ada


AKDENİZ / Fazıl Hüsnü Dağlarca

28/02/2012

 

AKDENİZ ŞİİRLERİ

 

Sen Deniz Gök,
Bir an dursanız uykuda
Büyür bir yosun geceye karşı.

Tedirgin olur ölüler
Bir an yaslansanız karanlığa,
Sen Deniz Gök.

Dalarım engine
Ki yaşadığım
Anıladığımdır.

Roma’yla Kartaca’nın arasında
Yüzer, sevgi sevgi
İstanbul.

Böler bir kuş düşüncemi ikiye
Maviden
Yarıda kalır içki.

Dersin ki
Ellerimize değecek
Yıldızlar
Büyüyecek büyüyecek de.

Dersin ki
Bir aydınlığı var
Sevgililer için,
Karanlık sessiz de.

Dersin ki
Uyuyamıyorum
Yalnızız
Gece, mavi de.

Sessizdi yeryüzü
Yeryüzünde biricik Akdeniz vardı
Akdenizde
Yalnız ikimiz.

Beni seviyor musun dedim,
Yumdu gözlerini uzaklığa,
Tam sorulacak an, diye gülümsedi,
Tam sorulacak yer.

Bir kocaman yeşil bir kocaman boz
Yellerde
Çarpar birbirine çarpar enginlere dek.

Dalgaların ucunda yıldızların ucu
Her köpük bir fırtına
Her köpük bir evren.

Şu deniz şu gök gizlenebilir
Seni sevdiğim
Gizlenemez.

Fazıl Hüsnü Dağlarca


GÜL’DEKİ LÂRA / Engin Turgut

25/02/2012

GÜL’DEKİ LÂRA

Sevgili Lâra, uzun zaman oldu sana uğramayalı,
seni görmeyeli yıllar geçti.                                                                                                                                                                                                  Eğer çıkarıp attıysan beni ruhundan,
kar yağabilir Antalya’nın kalbine.
Şayet beni unuttuysan çağlayanların kuruyabilir.
Ben seni hiç unutmadım sevgili Lara.
Sen beni unuttuysan yosun bağlamıştır sokakların,
evlerin odalarını yalayan güneş kız kardeşimdi.
Sen benim ömrümün sonuna kadar yaşacak olan ‘saklı kentim’,
aromalı bahçem,
yağmur sesli Termosos’um, göz kamaştıran Olimpos’um,
hiç sönmeyen yıldızım,
Çıralım değil miydin?
En çağdaş, en umutlu kentlerimden birisin.
Seni nasıl da özledim bir bilsen?

Sevgili Lâra, senin kalbin
renklerle, yıldızlarla, kuşlarla yaşıyor.
Senin bulutlarının her biri bir ev sıcaklığı olmalı.
Sen enfes bir buğusun kendi göğünün altında.
Hatırlıyor musun,
seni bir gün İstanbul’dan Antalya’ya uğurlarken
ağzımda çiğnediğim sakızı istemiştin.
Sanki beni çiğneyip, ısırıp, yalayıp, yutmak ister gibiydi
bakışlarında ki o şelale gözlerin.
Sen benim o sevimli, o Akdeniz tuzuyla beslenen
Carette Caretta’ların o soylu güzelliğiydin.
Sen ki uykusuz bir sarısabır inceliğisin,
ah benim güzel sırrım,
ay benim liman ve sur yüzlü bakışlım,
sendeki uygarlığa sığındım,
‘kale içi’ olmuş gözlerinin mavisine hapset beni.
Kaç kapın var senin böyle.
Gönül kapının eşiğinde yıllarca bekleyebilirim,
yatasım gelir limanında.
Seni nasıl da özledim bir bilsen?

Sevgili Lâra, hangi mevsimsin sen böyle?
Güz olsaydın, senden düşen her yaprağı
aşkın ağacına geri sunardım yeniden.
Kış olsaydın lila renkli bahçenin
ayaklarına kapanırdım.
Yaz olsaydın, seni ve Antalya’yı
yaza yaza bitiremezdim,
sen mavi bisikletli, çok misketli,
çok renkli bir ay ışığı sonatısın.
En çok neye yanıyorum biliyor musun?
Birlikte baş başa Ahmet Haşim okuyamadık,
birlikte sinemaya gidemedik.
Patlamış mısır yiyemedik.
Ama sen bana gitar çalıp, şarkılar söyledin.
Sting’in şarkısı ne güzel başlar
ve ne kadar anlamlı biterdi.
“Ebediyet hâlâ dile getirilmemiş
ta ki sen beni sevene kadar.”
Birbirimizi çok sevdik
ve ben seni hiç unutmadım
ve çok özledim Lâra.
En büyük aşkımdın sen benim.
Büyülü mutluğum ve mutsuzluğum
ve sonsuz bağımlılığımdın.
Biz bir uçak gibi aşkın kalbine çakıldık Lâra!
Ve o kara kutuyu değil,
o aydınlık kutuyu asla bulamayacaklar.
Sen benim ebedi ve ededi kentimsin,
sevgilimsin, inceliğimsin.
Seni nasıl da özledim bir bilsen?

Sen benim mavi düşlerini içime çektiğim soluğum
ve zihnimi tazeleyen parıltımdın,
hiç sönmeyen ışığım ve hayat alfabemdin.
Kelimelerim, boyalarım, şiirlerim,
Bostancı ay bahçesi ve Rilke
seni ne çok özledik bir bilsen?

Engin Turgut


HAYIRDUASI / Şehmus Ay

24/02/2012

 

HAYIRDUASI

 

Dilencinin avuçlarında acı birikir de
Yangınlara benzeyen günler yaşarım
Yoksulların gözyaşları dökülür defterlerime
İntihar etmek için çıktığım kulelerden
Yaşamayı öğrenerek inerim

Göğsüm kendine yetmeyen aşklara mezar olur
Defterlerimin sayfalarında çocukluğumu
gizlediğim ormanlar iç çeker
uykusu kaçar ölülerin
satırlarına sığındığım kitaplar kilitlenir
menzilinde yaşadığım nefret bulaşır
kelimelerime
ziyan olur bütün sözlerim
yüzümün gürültüsüyle rüyalarım dağılır
bir gölge kalır benden geriye

Işısın içimdeki kandil
Beni öldürenler uzun yaşasın
unutkan bir yürüyüşe dönüşsün
adımlarım
yeşersin dudaklarımda kuruyan şiir
Gözyaşı ve keder
Kan ve irin
Kin ve Öfke
hepsi geçer hepsi geçer
hepsi

Dönme vakti gelmedi mi?
Annem tuz almaya göndermişti beni

Şehmus Ay


RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK / Furuğ Ferruhzad

23/02/2012

 

RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK

 

küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.

Furuğ Ferruhzad

Türkçesi: Onat Kutlar – Celal Husrovşahi


BEN SANA MECBURUM / Attilâ İlhan

20/02/2012

 

BEN SANA MECBURUM

 

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki haziran’da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin

Attilâ İLHAN


MAVİ ŞİİR / Cansever Eyüboğlu

19/02/2012

 

MAVİ ŞİİR -I-

 

…………………. hangi mâverada bitkin düşsem
…………………. hüzünlü yüzündü mavi kıblem

 

Mavi zaman sırlandı aynamda yine
buhurlu bir vedaya döndü kalbim
mavi sandıkta kilitli kalbine.

İlk ‘mavi randevu’ son mavi tren
mavi atlas çığ hevesle akıp giderken
saçların ağardı kül gecelerde.

Mavi kadın ağzında sakızı suyun
bakışları maviş maviş ürperip
köpürdükçe, mavi gömleğime

düşer, korlanır, hevesle sönerdi.
Uyanırdım, serinlerdim kar sesli
bir bulutun mavi parmaklarında.

Ve masmavi gözelerde ürperen
semavi gönüllü yakamozdu aşk
gözyaşlarında kendimi ararken.

Cansever Eyüboğlu


YAKARIŞ / Henrik Nordbrandt

18/02/2012

YAKARIŞ

Sevmiş olduğumuz ne varsa hepsi adına yalvarıyorum sana.
-İçimizde anlatılmaz bir erinç ve dağların gerisinde
ne olduğunu bilmemenin verdiği bir mutlulukla-
daha önce adını bile duymadığımız yabancı limanlarla
uyandığımız o yaz sabahları adına.
Çöller ve ilginç gömme törenlerinin yakınlığını fısıldayan
bir baharat kokusuyla dolu meltemlerin estiği
o yabancı limanlar adına yalvarıyorum sana.

Tayfaların tam anlayamadığımız bir dilde betimlediği
o batmış kentlerin
gözlerimizden bir türlü akmayan altın gözyaşları olup
bizi ezdiği Akdeniz geceleri adına yalvarıyorum sana.
Yalvarıyorum sana, geceleri kayıklarda konuşulan
o birbirine karışmış güzel diller adına.
Yunanca’ da taşlarla tanrıların, Arapça’ da yıldızların adları
Ve Türkçe’ deki çekim eklerinin tatlılığı adına yalvarıyorum sana.
Yalvarıyorum sana, Halikarnassos’un güneyindeki
sualtı mağaralarını dolduran güneş ışığı adına.
Kıbrıs ile Küçük Asya arasında, doğuya doğru yol alırken,
geminin iskelesine çarpıp kırılan dalgalara vurmuş ikindi güneşi;
ve tahtını yitirmiş, çocuksuz sultanların
sedef kakmalı yataklarda kurduğu düşler gibi
parıldayan o dalgalar adına yalvarıyorum sana.
Yalvarıyorum sana, gecenin içinde yelkenler gibi açılıp,
tayfaları çoktan ölmüş bir hayalet gemiyi
yaralı çetecilerin saklandığı çiçek bahçelerine götüren
çocuk yaşta gelin olmuş kızların yatakları adına.
Altın ve zümrüt kakmalı mücevher kutuları içinde
ezilmiş narlar gibi kanayan çetecilerin o genç dulları,
ve erkeklerin pazaryerlerinde tüfekleriyle havaya ateş
edip, açıklanamayan nedenlerle yüzleri mosmor kesilmiş olarak
düşüp öldüğü Asya’ nın o ağustos gecelerinde
on beş yaşındaki kızların kokusu adına yalvarıyorum sana.
Körkütük kafayı çekmiş yaşlı babaların
karasevdalı kızlarını kırık içki şişeleriyle öldürmek için
gecenin köründe geri geldikleri, sisli nehir ağızlarında
direkler üzerine yapılmış o harap evlerin kokusu
ve insanın akşam çıkıp sabah geri döndüğünde
yüz yıl daha yaşlanmış bulduğu o evler adına yalvarıyorum sana.
Yalvarıyorum sana, karlı dağların eteklerinde,
çiçeklenen badem bahçeleri içindeki evler adına.
Çocukların uykusunu kaçıracak hiçbir anı
ve içimizde hiçbir acılık bırakmadan
çoktan yaşanıp bitmiş o aşklar gibi
çiçeklenen badem ağaçları adına yalvarıyorum sana.
Akşam sularında, pembe ve sarı kağıttan yapılmış uçurtmaları
menekşe rengi denizin önünde uçurtan çocuklar;
ve yabancı limanlarda bizi uyandırmış olan
o menekşe rengi denizler adına yalvarıyorum sana.

Yalvarıyorum sana sevmiş olduğumuz ne varsa hepsi adına.

Henrik Nordbrandt

Türkçesi: Murat Alpar


BEN MELEK, İLK SIRDAŞINIZ / Cansever Eyüboğlu

13/02/2012

 

Ben MELEK, İlk Sırdaşınız

 

Âh Mine’l Aşk! Son bir yudum deniz özlemi!
İçliyim, içtenliğim
Kanat sesleriyle dinler anne yüreğimi.

Yokluğundan nemlenir gözlerimdeki mühür
Kimsesizim, kimliğim
Kumral saç örgüsüdür aynalarda çözülür.

Yağmurunuz bol olsun, bir ömür bahçenizi
Beklerim, bekleyişim
Kirli günlerim için gücendirmesin sizi.

Göğsümde izi kalmadı yitik adreslerin
Kederliyim, kederim
Eteğimde zil çalar aşkla tutuşmak için.

Değiştim bir ankaya kösnül kanatlarımı
Seviştim, serinledim
Ruhum ilk uçurumda küle sardı yaramı.

Yüzümde düşlerimin kızıl yıldızı yanar
Güzelim, güzelliğim
Küçük sevinçler için bir vedâ çığlığıdır.

Kanım kaynar, sır/atım bulutlarla el ele
Geçtim, hâlâ geçerim
Hayâl göklerinizden güvercin şenliğimle…

Cansever Eyüboğlu


BEDEVİ / Edip Cansever

11/02/2012

 

BEDEVİ

 

Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde
Geçiyor ak boyunlu develer, yorgun sürücüleri
Günlerdir, öyledir, bir daha anlamak üzere
Bakıyorlar durmadan pek uzakta bir yere
Sorsanız, görmüşler mi, bir masal kadar olsun gördüklerini
Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde.

Bilinmez bir yere doğru; ne güne, ne ölüme
Bakıyorlar sadece
Ak dikenler içinde durmuş da bir bedevi
Tanrılar, güneşler, yalgınlar içinde
Bir ateş bile değil, bir bitki, bir dua bile değil
Gözlerimin ıssız, donuk, kahverengi kentinde.

Ne arar, bilinmez ki, bir karanlık su belki de
Ne durak, ne dinlenme
Gelseler de duyamaz ak boyunlu develer
O yorgun sürücüler çökseler de önüne
En soğuk bir çöl kuşunun bird aha ölüşü gibi
Dünyanın tekdüzenli renginde.

Edip Cansever

(Nerde Antigone)