Pablo NERUDA

30/09/2009

neruda

(1904 – 24 Eylül 1973)


BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRLERİ YAZABİLİRİM

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: “Gece yıldızlardaydı
Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler”

Gökte gece yelinin söylediği türküler

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler

Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler

Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim
Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler

Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi
Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler

Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar
Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler

Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere
Uzaklarda birinin söylediği türküler

Bakışlarım kovalar onu tellim her yerde
Bakışlar sanki onu bana getirecekler

Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur
Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler

Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için
Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler

Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi
Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler

Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever
Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer

Bu gece gibi miydi kollanma almıştım
Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler

Budur bana verdiği acıların en sonu
Sondur bu onun için yazacağım dizeler

(Hilmi Yavuz)


BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ

Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.

(Hilmi Yavuz)


SENİ SEVİYORUM

Evet, topraktan bir parçasın, seni seviyorum,
ben ki, dünya çapında çayırlar arasında,
başka bir yıldıza sahip değilim. Kainat
sensin, onu tekrar eden de çoğaltan da.

Senin geniş gözlerinde ışık var
ki yenik takım yıldızlar gelir bana doğru,
bunlar tenin üstünde çarpan yollardır
dolaştırır baştanbaşa meteorlar yağmurda.

Kalçaların benim için tam bi ay,
güneş, derin ağzının hazları,
yakıcı ışık ve gölgedeki tatlılık

bunlar kırmızı uzun ışınların yaktığı yüreğimle oldu
senin ateşini öpmek için dolaşıyorum baştanbaşa
benim küçük gezegenim, coğrafyam, güvercinim.

(Metin Cengiz)

TEMBELLER

Hangi akla uydular, hangi akla
Ne geçti ellerine üstelik
Ay’a uzay gemileri atmakla?
Bulurlar mı umduklarını sanki
Güzelim göklerin canına okumakla

Oysa olgun çağında üzümlerin
Toprağın karnında can bulur şarabın kanı
Denizlerle sıradağlar arasında

Şili’de şimdi kirazlar oynaşır
Esmer, gizemli kızlar türkü çığırır
Bir akarsu yalazlanır gitarlarda

Yaratır buğdayın mucizesini
Güneş, kapılara bir dokunmakla

İlk yudumu al’dır şarabın
Tatlıdır alyanak bir çocuk kadar
İkincisi güçlü yapar adamı
Gemici türkülerince güçlü yapar
Üçüncüsü bir kırmızı zümrüttür
Hem ateş, hem gelincik birarada

Evimin hem toprağı, hem denizi var
Kocaman kocaman gözleri kadınımın
İri yaban fındıklarını andıran.
Gece inince, deniz usulca
Giyinir yeşiller, beyazlar
Ayışığı köpüklere vurur da
Deniz yeşili kızlar gibi düş kurar

Evrenin böylesi nerde var?

(Hilmi Yavuz)


MATİLDE’YE SONE

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem sevmiyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

(Cevat Çapan)


KADINLAR ve ERKEKLER, EVLİLİK ve MUTLULUK ÜSTÜNE

30/09/2009

* İşsiz güçsüz kadınların uğraşıdır erkekler.

* Yaratan kadınla yoke den erkek arasında bir düşmanlık vardır.

* Ev, kızların cezaevi, kadınların çalışma yeridir.

* Kadınlar, kölelikten kalma sahte iyi davranışları bırakmalıdırlar, özgürlüğün gerektirdiği içten iyi davranışları edinmeden once…

* İlk aşk, biraz budalalık, daha çok meraklılıktır. Kendine saygılı hiçbir kadın yararlanmak istemez bundan.

* İdeal aşk ilişkisi, postayla yürütülenidir. Ellen Terry ile yazışmalarımız çok doyurucu bir aşk ilişkisiydi.. Ellen Terry beş kocadan bıktı, benden hiç bıkmadı.

* Yalnızca erkekle kadın arasındati cinsel ilişkiyle insanlığı öğrenebiliriz.

* Rastgele cinsel ilişki, köleliğin bir sonucudur, özgürlüğün değil.

* Yaşam boyu birinin kalbini kırmasını bekledi kadın.

* Sonunda kırılacak bir kalbi bulunmamasından korktu.

* Saygınlık, içindeki tüm canlılığı alıp götürdü kadından.

* Kadınlar zamanlarının yarısını erkeklere küçük yalanlar, arada bir de büyük yalanlar söyleyerek geçirirler.

* Her erkek için askerlik mesleği doğal olmadığı gibi, her kadın için de ev işleri mesleği doğal değildir.

* Bütün genç erkekler gibi, bir genç kadınla bir başka genç kadın arasındaki farkı aşırı abartıyorsunuz.

* – Kadınlar niçin hep başkalarının kocalarını isterler?
– At hırsızları niçin hep yaban atları değil de, eğitilmiş olanları seçerler?

* Çağdaş toplumda inançsız zengin bir erkek daha tehlikelidir, iffetsiz yoksul bir kadından.

* Kadın ya da erkeğin yetişme düzeyi, kavga ederken gösterdikleri davranışla ölçülür.

* Erkeklerin çoğu oldukça iyi birer dost ve baba, ama çok kötü yurttaşlardır şimdilik.

* Pantolon giymek ve kocaman purolar içmek değildir, erkekçe yaşamak.

* Erkekler yarım düzine plağı bulunan bir gramofon gibidirler. Kısa süre sonra bu plakların tümünden bıkarsınız, ama her yeni konuk geldiğinde masada oturup onları bir daha dinlemek zorunda kalırsınız.

* Hangi liman olursa olsun, yeter ki bizleri, erkeklerin kadınlardan korunduğu bir İslam ülkesine ulaştırsın.

* Erkekler, kadınların ruhunu öldürürken, gerçekte kendi ruhlarını öldürdüklerini anladılar en sonunda.

* Kadının işi bi an once evlenmek, erkeğinki ise, elden gelebildiğince evlenmeden kalabilmektir.

* Evlendikten sonarki ilk altı ay içinde öğrendiklerini, nikahtan bir gün once bilebilmiş olsaydı, ne güç olurdu bir kadını evlendirmek.

* Hoş görünüşlü, iyi huylu, burnunun altı santim yakınına kadar olan her şeyi gören, ama daha ötesini hiç göremeyen örnek bi rev kadını, bir siyasal budala, kısacası ideal bir eş.

* Ahlak, başkalarının evli olup olmadığı üstüne kuşku duymaktan başka nedir ki?

* Ana babalık çok önemli bir meslektir. Ne var ki, bu meslekten olanlara, çocuklar yararına bir uygunluk sınavı konulamamıştır bugüne dek.

* Her çocuk doğduğunda, babalar iki yıl boyunca evden uzak tutulmalı; çünkü, gereksiz, çekilmez ve gülünç olurlar o sürede…

* Eşitliği yok eden ve ilintisiz koşullarla cinsel seçimi engelleyen mülk ve evlilik, üstün insan evriminin düşmanıdır.

* Mutluluğa, komşularımızdan daha zengin olmayı başarmakla varılabileceği kuruntusundan kurtulalım artık.

BERNARD SHAW


S’imge: RÜYÂ

30/09/2009

rüya

RÜYÂ (Düş) sayımızda, 17 yazı, 63 seçilmiş şiir yer alıyor.


William Blake

(İngiltere, 1757-1827)

BİR DÜŞ

Bir gece karanlık bir düş dokudu
Yatağımdaydım, meleklerin koruduğu,
Bir karıncaydı gördüğüm düşümde
Yolunu yitirmiş çimenler içinde.

Bir başına, şaşkın ve endişeli,
Bu yol yorgunu belli ki dertli
Karışmış otun, yaprağın içinde,
Şöyle dedi bana kırık bir sesle:

“Nerde çocuklarım! Ağlıyorlar mı?
Babalarının ahını duyuyorlar mı?
Çıkıp çıkıp bana bakıyorlardır,
Dönüp de gözyaşı döküyorlardır.”

Üzülüp bir damla gözyaşı döktüm;
O anda bir ateş böceği gördüm,
Sordu: “kimdir bu ağlayıp inleyen
Bir gece bekçilerine seslenen?

Böcekler dönmeye başladığında,
Işıklar saçarım ben de dünyaya,
Onların vızıltılarını izle;
Küçük serseri, dönersin evine.”

(Türkçesi: Tozan Alkan)

Edgar Allan POE

(ABD, 1809-1849)

BİR DÜŞ

Görüntüleri arasında karanlık gecenin
Yitirilmiş sevincin düşünü kurdum.
Ama kalbimi kırarak beni uyandırdı
Görüntüsü yaşamın ve ışığın.

Ah! Düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin
Gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla
Çevresine bakan kişi için?

O kutlu düş-o kutlu düş,
Bütün dünya kınarken
Tarlı bir ışık gibi neşelendirdi beni
Yalnız bir ruha yol gösteren.

Ne olmuş geceleyin ve fırtınada
Titriyorsa yükseklerdeki ışık?
Daha berrak bir sey var mıdır
Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin!

(Türkçesi: Oğuz Cebeci)

GEÇMİŞ YAZ

Rü’yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hâtıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhâsıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!

Yahya Kemal BEYATLI

ALTINDAĞ

Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, şehire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen Yuva Apartımanı, bodrum katı.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi’ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz.
Kibar çocukları gibi.

Lâğamcının hamam rüyasıdır.
Rüyaların en güzeli.
Uzanır yatar göbek taşına;
Tellâklar gelip dizilir yanıbaşına.
Biri su döker,
Biri sabunlar;
Elinde kese sıra bekler biri.
Yeni müşteriler girerken içeri,
Lâğamcı,
Pamuklar gibi çıkar dışarı.

Orhan VELİ

GÜZEL’E

Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık.
Yalnız, senin küçücük elinle, yalnızlık
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık…
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık,
Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin
Haklı sınıfları…

Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar var ya, onlardan
Öğrenmiş Marx’ı, gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık…

Sen ki çiçekleri toplamayan Güzelim
Çicekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık,
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok…
Ve anladım, anladım ki bir daha:
DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER
DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ.

Can YÜCEL

ZÜMRÜDÜANKA

serin bir rüyanın hatırınadır
çektiğim dünya ağrısı.

bir hayalden geldim ben,
bir hayal verdim sana,
mavi-yeşil bir hatıra: işte dünya
ruhum! ovada sert es, yamaçta sus,
ırmakta ağla.

işte dünya kapısı, işte dünya kederi
ister dağının gölgesinde dur,
ister incirin neşesine vur
ağrı kendine ve tamamla.

Birhan KESKİN


İNSAN ve ÇAĞDAŞ YAŞAM ÜSTÜNE “GÜLEN DÜŞÜNCELER”

26/09/2009

Bernard Shaw

* Yaşama hakkı kötüye kullanılır, sürekli sorgulanmazsa.

* Altın kural, altın kuralların varolmadığıdır.

* Hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır.

* Yüksek görgülü ve sağduyulu kişi, yaratıcılığı olmayan ve yürrek gücü bulunmayan biri anlamında kullanılır.

* Küçük bir adamı zevindirebilmekten ne kadar kolaydır büyük bir adamı sevindirebilmek.

* Erdem, kötü alışkanlıklardan kaçınmak değil, onlara istek duymamaktır.

* İnsanlığın tüm gelişmelerinin birinci koşulu, öncünün, kendini budala durumuna düşürmeye gönüllü olabilmesidir.

* Büyük adamların gerçek düşüncelerini anlasak, hemen asmaya kalkardık onları.

* Sevdiklerinize kendinizi verirseniz, kendinizi verdiklerinizden nefret edersiniz.

* İlk soluğunu alışından önceki dokuz ay bir yana, hiçbir insan işlerini bir ağaç gibi iyi yürütemez.

* İnsanın dünyaya karşı ilgisi, kendine duyduğu ilginin dışarı taşmasıdır gerçekte.

* Kahramanca can vermek, yeteneksiz kişilerin ünlü olabildikleri tek yoldur.

* En sadık uşaklar, en kötü zorbalardır.

* Tarihten hiçbir şey öğrenilemeyeceğini tarihten öğreniriz.

* Kralını öldürenle, kralı için ölen, birbirinin eşi iki putperesttir.

* İnsan soyundan yurtseverliği söküp atmadıkça sakin bir dünyaya kavuşamazsınız.

* İnsanlar çok iyi olmak yerine, çok akıllı olmaya çalışmakla çok hata yapıyorlar.

* Âdem’i hep küçümsemişimdir; bilgi ağacındaki elmayı, yılanın baştan çıkardığı Kadın’ın zoruyla kopardı diye… Ben olsaydım, sahibi arkasını döndüğü an, ağaçtaki elmaların tümünü yutardım.

* Çağımız uygarlığına hayran olanlar, uygarlığı, buharlı makine ya da telsiz telgraf sananlardır.

* Değişimlere karşı duruyoruz, onlar bizi yıkıncaya değin.

* Ölümcül yedi: Yiyecek, giyecek, ısınma, kira, vergi, saygınlık ve çocuklar… Paradan başka hiçbir şey bu yedi değirmen taşını insanın sırtından kaldıramaz ve bunlar orkadan kalkmadıkça da insanın ruhu yücelmez.

* Büyük bir uygarlığı örgütlemek bir yana, bir köyü ya da aşireti bile örgütleme yeteneği bulunmayan insanlara bir din vermenin ne yararı var?

* Her meslek, halka karşı gizli anlaşmaları bulunan bir örgüttür.

* İster eski kafalı olsun, ister yeni kafalı, kendinizi satmaya kalkarsanız, ruhunuzda öyle bir yara açarsınız ki, yeryüzünün tüm kitapları, resimleri, konserleri ve güzel görünümleri bile artık sizi iyileştiremez.

* Çıplak bedenler bizi şaşırtmıyor artık… Çıplak kafaların korkunçluğudur dayanamadığımız.

* Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan.

* Aşk adına yapılan şeyleri okumak isteyince, nereye başvururuz? Gazetelerin cinayet köşelerine… Umduğumuzu bulamadığımız pek ender olur orada.

* Namusluluk, namussuzluğun gizlilikle elbirliğinde bulunmasıdır.

* Hukuk, hepimizin karşısında eşittir; ama biz hukuk karşısında eşit değiliz.

* Ahlak dediğimiz, toplumsal alışkanlıklar ve ortamın getirdiği gereksinmelerden başka nedir ki?

* Gerçeğin, eğer gerçek varsa, kahraman ölülere gereksinimi yoktur.

* Güzel kalan yolların hiçbir yere varmayan yollar olduğunu hiç düşünmediniz mi?

* Tüm gününü özgürce geçireceklerine inananlar ve de dürüst olduklarını sananlar budaladır: Özgür yaşamak için paylarına düşen verimli çalışmayı başkalarına yükleyenler hırsızdır.

* – Doğruyla yanlışın farkını biliyorum ben.

– İş yapma yeteneğin yok, hukuk bilgin yok, sanattan anladığın yok, felsefeye yakınlığın yok, ama tüm düşünürlerin çözemediği, tüm hukukçuların bilemediği, tüm işadamlarının anlayamadığı ve birçok sanatçının yıkımına neden olan doğruyla yanlışın sırrını biliyorsun, öyle mi? Öyleyse sen bir dahi, üstadların üstadı, belki de bir tanrısın! Hem de yirmi dört yaşında!

* Onlar güzel değil, süslü yalnızca; temiz değil, traşlı ve kolalı yalnızca; görgülü değil, modaya uygun giyimli yalnızca; öğrenim görmüş değil, sınav kazanmış yalnızca; erdemli değil, korkak yalnızca; kötü bile değil, güçsüz yalnızca; sanatsever değil, şehvet düşkünü yalnızca; başarılı değil, varlıklı yalnızca; vefalı değil, onursuz yalnızca; görevsever değil, çekingen yalnızca; halkçı değil, bağnaz ulusçu yalnızca; yürekli değil, kavgacı yalnızca; inançlı değil, inatçı yalnızca; yönetici değil, despot yalnızca; soğukkanlı değil, duygusuz yalnızca; kendisine saygılı değil, kendini beğenmiş yalnızca; sevecen değil duygusal yalnızca; toplumcu değil, kalabalıksever yalnızca; düşünceli değil, kibar yalnızca; akıllı değil, dikkafalı yalnızca; yaratıcı değil, boş inançlı yalnızca; adil değil, kinli yalnızca; cömert değil, yufka yürekli yalnızca; disiplinli değil, ödlek yalnızca…  Ve hiçbiri doğru sözlü değil, hepsi yalancı, iliklerine kadar yalancı tümü de…

Bernard Shaw

Çeviren: Şakir Eczacıbaşı


S’imge: YOLCULUK

25/09/2009

yolculuk

YOLCULUK sayımızda 19 yazı, 71 şiir yer alıyor.

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

YAHYA KEMAL BEYATLI

YAĞMURUN ALTINDA

Yirminci yüzyılı yaşadım
Ertelenmiş bir yüzyıldı bu
Yıkık bir sur yazgımızın uydusu
Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte
Bırakmaz günün adını koyalım.

Yanıtsız bir yaşamdı erdemimiz
Herkes içindi ve kimse içindi
Okunmamış bir yazı, umudu doyuran,
Duaları düşünmek neye yarar
Kurgular tutuşturdu bacalardan.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar
Ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle
Çıplak su gibi yinelenir zaman
Gökyüzünde usumuzun dirliği

Aklın başarısızlığa uğradığı içtenlik
Bir şive gibidir insan, ey öldürülmüş insan
Bilinmeyen bir hayvana özgü bir ses gibi
Sabırsız testi, hep dolar gibi olan
Her şeyin sese dönüşeceği bilinemez ki!

Bilip de diyenimiz yok.

Yiminci yüzyılı yaşadım
Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz
İnsan yeryüzünde durur, bulutlar
Bulutlar düşümüzde doludizgin
Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.

Ellerinde oyuk gözlü idoller
Yüreğimin yalanını besler üç güzel
Bir dağın tepesinde buldum üç güzeli
Ama ses yok, sessizlik yok, önce erte yok.
Bir mezar gördüm içinde kimse yok.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Golgota’ ya dirilemem ki,
Taşlar arasında yabanıl erinç
Ölümü diriltiyorduk hep
Yaşam tabular arasında bir esinti.
Sorup da dönenimiz yok.

Mevsimler kurgularla oyaladı bizi
Tarlaya bırakılmış bir at gibi
Bağlı, yalnız ve özgür,
Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak
Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.

Yirminci yüzyılı yaşadım
Dingin karştlıkların adını bulmalı
Sel gibi kuruyor yaşlılık, gençlik
Sanki melekleri gördük uzun saçları
Tanrının unutkan kuzgunu idik.

Nasıl unuturum ey doğa
Bana bir diyeceğin vardı, kalakaldım,
Vaktim yetmedi, ölüm kalım,
Bütün yüzyılları yaşadım
Vaktim yetmedi anlamaya.

Yirminci yüzyılı taşıdım
Atalardan kalma huysuzluk
Kuşku, yeryüzü deliliği,
Kıralımız doğuştan yarım
Ama tanrımız Ara Ara idi.

Yaşayamadım yirminci yüzyılı
Kim yaşadı ki kendi yüzyılını
Akarsuyun dilinden sezenimiz yok
Orpheus’ tan sonra ben geldim
Giz dönüp baktığımız yerde kaldı.
Görüp de bilenimiz yok.

Ah acımasızdır uykusuz soru
Delice zeytin yerdi atamız Homeros
Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki
Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak
Ama yüzyılımız hamdı, delice idi.

Yirminci yüzyılı yaşadık
O çağa bu çağa gömüldük
Bir şey var, susar, bakar durur
Ölümün soluduğu denizle varolan
Gökyüzünden başka çağ yoktur.

Oysa ne cok geçmis var, ne çok zaman
Ne cok gelecek, ne az zaman
Benzerlikle karşılaştık, susalım,
Kapalı bir avuçtur sözcük
Neden açıp da sormak ister insan?

Sorup da dönenimiz yok.

Hiçbir yüzyılı yaşamadım
Tüy kuşun ruhudur, ses teni
Hep anlar gibi oldum duvara vuran güneşi
Nesne ve bilinç birdir, çağ atlattı beni
Bir hoş bilmece içinde yaşadım.

Dingin ol ruhum, belki uzaklarda
Bir yerde nicedir ilk dizeleri
Yaratılıyor acıklı destanımızın
Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için
Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa.

Kalk dostum ormana gidelim
Geyik sesleri içine çökelim
Yeniden doğuş, kıvanç, uyum
Kurgular bir yana, biz bir yana
İlk kez düşünmeden görelim

Martılar gibi yağmurun altında.

MELİH CEVDET ANDAY

UZAK KADERLER İÇİN

Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

TURGUT UYAR

KISA ŞİİR

İstediğiyle çıkardı yollara
Giderdi hiç istemediğiyle

GÜLTEN AKIN

SOLUK SOLUĞA

2.

Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar

Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
ne de aşktan başka bir sığınakları

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
ölümle alay ederler sanki

Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi

Ne altın arayıcısıdırlar
ne de aylak bir gezgin

Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve nasılsa
bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki dünyada
kahraman olmaya mahkûmdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar

Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
Onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)

Fışkırır yüreklerinden
Başarısız ihtilallerin yangınları

AHMET TELLİ

YOLCU

“Şimdi” ve “burada” olmanın kederine karşı çıkmadım.

dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
geçene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım. durmanın ne büyük sabır…

içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.

ve şimdi biliyorum,neden,
yaş akıyor
atımın sol gözünden.

BİRHAN KESKİN


YOL ve YOLCULUK ÜSTÜNE ÖZDEYİŞLER

Ω Nereye gittiğinizi bilmiyorsanız alarmınızın çalması farketmez. (Watley)

Ω Hiçbir yol yoktur ki sonu olmasın. (Hafız)

Ω Sevilmeyen yol, kalabalık olduğu zaman bile ıssızdır
(Lagarlöf)

Ω Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar.
(Atasözü)

Ω Yolcular yanılır, yollar yanılmaz
(Seyrani)

Ω En uzun yolculuklara bile küçük bir adımla başlanır.
(Lao-Tze)

Ω Önce yoldaş, sonra yol.
(Atasözü)

Ω Ben doğru yolda kaybolmuş kişi görmedim.
(Sadi)

Ω Güzel ile yola gitmek güzeldir.
(Agah Çelebi)

Ω Yolculuğa çıkarken gözlerini ve kalbini yanına almayı unutma.
(Alcot)

Ω Gönül yolculuk sevmez, bilge insan evinden çıkmaz. Yolculuk ahmakların cennetidir.
(Emerson)

Ω Aşk yolunun garip inişleri ve yokuşları vardır.
Çıkarken baş döner, inerken gönül bulanır.
(C. Şahabettin)

Ω İnsan, huzur bilmez bir gezginden başka bir şey değildir.
Erek karanlıktadır, onu tanımamıştır.
Olsun varsın, önemli olan: Yolu bilir.
(Anna Grosser-Rilke)

Ω Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.
Yerini yitiren kişi yola çıkmak zorundadır.
Her yola çıkış, çıkılacak yeni yolların sorumluluğunu da getirir.
Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile, artık, hep, yolda kalacaktır.
Kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür.
Yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın.
Sahici yürüme, yol açmadır.
Yola çıkan kişinin tek ‘yardımcı’sı, yolu, yanında, onunla birlikte yürüyendir. -yoldaştır.
Her (yeni) yol için temel belirleyici, (eski) bir yolun sonuna dek yürünmesidir.
Yer de, yön de, yol da bilinçtir.
Özgürlük budur belki de: Sürekli bir yersizlik, sürüp giden bir yol…
(Oruç Aruoba)


SHAKESPEARE

24/09/2009

shakespeareShakespeare’den Seçilmiş Şiirler


SONE 10

Yazık! hem kıyasıya harcıyorsun kendini,
Hem gönlün yeltenmiyor hiç kimseyi sevmeye.
Biliyorsun, saymakla bitmez sevenler seni,
Ama besbelli sen aşk duymuyorsun kimseye.
Öldüren bir nefrettir yüreğindeki şeytan;
Hiç umurunda değil kazsan kendi kuyunu,
Çekinmezsen güzelim canevini yıkmaktan
Onarmak olmalıyken asıl amacın onu.
Sen tutum değiştir de cayayım düşüncemden,
Yumuşak bir sevgi koy nefret yerine bir yol;
Göründüğün gibi ol; cömert, sıcak, sevecen;
Hiç değilse kendine yumuşak yürekli ol.
Aşkın uğruna bir ‘sen’ daha yarat kendine:
Güzellik onda veya sende yaşasın yine.

(Talât Sait Halman)


SONE 14

Kararlarımı verirken ben, yıldızlara danışmam,
Oysa kendime göre anlarım yıldız falından;
Ama hayırlı hayırsız haber vermeye kalkı
Söz etmem mevsimlerden, kıtlıktan ya da vebadan.
Göklerde gördüğüme bakıp da zaman zaman,
Kime firtına var, yağmur, ya da rüzgâr, bilemem;
Fal filan da bakamam ben, yarınları okuyamam,
İşleri nasıl gidecek, hükümdarlara söyleyemem.
Senin gözlerine bakarım geleceği görmek için ben;
İşte şimdi de, o değişmez yıldızlar gösteriyor ki,
Gerçekle güzellik birleşip mutlu olacak ebediyen,
Soyunu düşünürsen eğer, bir yana bırakıp, kendini.
Yok düşünmezsen, işte söylüyorum geleceğini:
Senin sonun, gerçekle güzelliğin de kader günü.

(Bülent-Saadet Bozkurt)


SONNET 18

Denk tutar mıyım seni hiç ben yaz günlerine
Çok daha sıcak kanlı çok daha sevimlisin
Kıyasıya yel çarpar mayıs çiçeklerine
Ve yaz bizimle kalır çok kısa bir çağ için.

Bazı bazı gök bize fazlaca kızgın bakar
Ya da altından ten’i kararır ikide bir
Ve her güzel zamanla güzelliği yitirir
Kısmet ya da tabiat onu bu hale koyar.

Senin ölümsüz yazın hiç solmayacak ama;
Ölüm yitirmiyecek sendeki güzelliği
Ve çekmiyecek seni kendi karanlığına

Erişirsin ölümsüz şiirimle her çağa
Kişi nefes aldıkça, gözler görebildikçe
Yaşadıkça şiirim, hayat verdikçe sana.

(Bilge Umar)

İNSANIN YEDİ DÖNEMİ

Bir tiyatro sahnesidir şu koskoca yeryüzü,
Turnelerde kadın erkek herkes birer oyuncu,
Her oyunun yeterlidir giriş çıkış kapısı.
Yaşadıkça türlü türlü rolleri var insanın.
Yaşamında yedi dönem: İlk dönem bir bebektir,
Emer, kusar, cıyaklar annesinin kucağında,
Sonra büyür çocuk olur çantası sırtında,
Mutsuz ve saf bir yüzle her gün sallana sallana
İsteksiz gider okuluna. Derken âşık olur,
Kalbi sızlar, mektup yazar, türkü yakar
Sevgilinin gözlerine. Sonra askerlik başlar,
Sakalları koyverir, garip yeminler eder,
Onuru için kıskançtır, savaşır kahramanca,
Oysa bütün aradığı bir tutam şan-şöhrettir.
Göz açıp kapar yıllar, bir bakar yargıç olmuş:
Hediye tavuklarla, ikramlarla şişkin karnı,
Sert bakışlar, buyruklar, korkutucu sakallar.
Ne kararlar savurur ve ne yavan nükteler;
Ustaca oynar rolünü. Altıncı dönem başlar,
Ayağında terliğiyle cılız palyoçaya döner,
İri burnunda gözlüğü, koltuğunda kesesi,
Zor durabilir incecik bacakları üstünde.
Eski kalın tok sesi döner çocuk sesine
Cırlak bir ıslık gibi., ve yedinci son dönemle
Kapanır perde, sona erer bir ömürcük hikaye,
İkinci çocukluktur oyunun sonu, unutkan,
Dişsiz, gözsüz, kulaksız, duyarsız, yavan…

(Gönül Gönensin)

SONE 24

Gözlerim ressam oldu senin güzelliğine,
Kalbimin levhasına nakşetti görüntünü
Bedenim de çerçeve oldu senin resmine
Derinlikle güçlendi sanatın en üstünü.
Göreceksin, ressamın ustalığı nasılmış
Gerçek yüzünü çizmek, olur ancak bu kadar.
İşte resmin kalbimde baş köşeye asılmış
Sergimde pencereler göz nurunla ışıldar.
Gözler, başka gözlere ne iyilik etti, bak:
Benim gözlerim çizdi senin güzelliğini;
Seninkiler gönlüme pencereler açarak
Güneşi soktu – coşsun, gözlesin diye seni
Ama kurnaz gözlerin sanat yeteneği az:
Sırf gördüğünü çizer, yüreği tanıyamaz.

(Talât Sait Halman)


SONE

Gün boyunca açıkken bakar kör gibidirler,
Kapanınca dünyaları görürler gözlerim;
Hele uyku saatleri, hep sen varken düşlerde,
Işıl ışıl gözlerler karanlıklarda seni.
Gezinen gölgen aydınlatırken tüm gölgeleri
Görmez gözleri bile kamaştırır ışıltın,
Bir bilsen o gölgenin görkemli suretini…
Senin ölgün gecelerde gezinen gölgen bile
Nasıl da aydınlatır günyüzünü, düşünce
Derin uykuya gömülmüş kör gözlerin kalbine…
Nasıl mutlanır benim gözlerim de kimbilir
Canlı gün ışıyında sana baktığı zaman..
Seni göremedikçe, benim her günüm gece,
Gecelerim günaydın, sen düşüme girince.

(Gönül Gönensin)


SONE 57

Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken
Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken
Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere;
Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler;
Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım,
Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler.
Öyle körkütük sâdık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.

Türkçesi: Talat Sait Halman



S’imge : SEVDA

20/09/2009

sevda

Bu sayımızda SEVDA üstüne seçilmiş 17 yazı, 72 şiir yer alıyor.


Ömer HAYYAM

(İran, 1022-1122)

DÖRTLÜKLER

Sevgili seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.

Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennettlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

Sevgili bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.

Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.

Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona?
Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana.
Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık:
En boş geçen günün o gündür, inan bana.

(Sabahattin Eyüboğlu)




Pablo NERUDA

(Şili, 1904-1973)

MATİLDE’YE SONE

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

(Türkçesi: Cevat Çapan)


SENİ SEVDİM

Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
“Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara

Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağz da benden geçerek
Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin.

Gülten AKIN


MONA ROSA

Aşk ve Çileler

Mona Rosa, siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Mona Rosa, siyah güller, ak güller…

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Rosa, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar…

Açma pencereni, perdeleri çek
Mona Rosa, seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Rosa, ben bir deliyim
Açma pencereni, perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığına
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatır her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi…

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar…

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların…

Zaman ne çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir, söndü lâmbalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne çabuk geçiyor Mona…

Akşamları gelir incir kuşları
Konarlar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kiminin sarı
Ah, beni vursalar bir kuş yerine…
Akşamları gelir incir kuşları…

Ki ben Mona Rosa, bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar… su kenarında
Ki ben Mona Rosa, bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa,
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa…

Artık inan bana muhacir kızı;
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı…

Yağmurlardan sonra buyurmuş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra buyurmuş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin o kanlı kuştüyüne
Bir tüy ki, can verir gülümsesen
Bir tüy ki, kapalı geceye güne
Altın bilezikler o kokulu ten…

Mona Rosa, siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Mona Rosa, siyah güller, ak güller…

Sezai KARAKOÇ


Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN

20/09/2009

puskin

S’imge Şairler : PUŞKİN

ŞAİRE

Ey şair, kulak asma, sevgisine sen halkın
O canım methü sena, anlık gürültü, geçer;
Kuru kalabalığn gülüşünü duyarsın,
Ve aptalın hükmünü; fakat metin ol, boşver.

Sen çarsın; yalnız yaşa, yolunda yalnız yürü,
Yürü, hür vicdanının seni çektiği yere,
Olgunlaştır, sevgili meyveyi, tefekkürü;
Hizmetine karşılık bir mükâfat bekleme.

Herşey sendedir, sende; büyük mahkeme sensin;
Eserine, elden çok, kıymet biçebilensin,
Söyle ey titiz şair, sen ondan memnun musun?

Memnunsan, kalabalık varsın küfretsin sana,
Tükürsün, ateşini yakan, ulu mihraba,
Şamdanını, çocukça öfkeyle, sarsadursun.

(Sefer Aytekin)

VEDÂLAŞMA

Cana yakın imgeni son defa
Okşamaya hazırsam ben bu kadar,
Düfl gücü ile uyandırmaya
Mahzun ve çekingen bir sevdayla
Seni anmaya da cesaretim var.

Yıllarımız değişerek koşar,
Her şeyi ve bizi değiştirir,
Sen ise kendi şairin için
Mezar karanlığına bürünmüşsün,
Ve senin için o dost bitmiştir.

Kalbimin ayrılıp gidişini,
Kabul et dostum ve an,
Tıpkı dul kalan bir eş gibi,
Hapse girmeden önce yârini
Sessiz bir dost gibi kucaklayan.

(Kanşaubiy Miziev – Ahmet Necdet)

SOSNİTZKAYA’NIN ALBÜMÜNE

Siz birleştirdiniz o soğuk kalbi derhal
Gözlerinizin ateşiyle
Sizi seven bir aptaldır elbette;
Sevmeyen biriyse yüz bin kere aptal.

(Kanşaubiy Miziev – Ahmet Necdet)

YURDUNUN MAVİ GÖĞÜ ALTINDA

Yurdunun mavi göğü altında
Sararıp soluyordu günden güne…
Tükendi sonunda ve tam üzerimden
Uçup gitti o genç gölge;
Fakat aşılmaz bir sınır var aramızda.
Bofluna canlandırmak istedim içimdeki duyguyu;
Ölüm haberini kaygısız dudaklar bildirdi bana,
Ve ben kaygısızca dinledim onu.
İşte tutkulu bir ruhla sevdiğim oydu
Acı veren bir yoğunlukla.
İçim yumuşak, gergin bir tasayla dolu,
Çılgınlık ve acıyla!
Nerede üzünçler, hani aşk? Ne yazık! Ruhumda
O gölge için saf ve zavallı,
Tatlı anısı için geri gelmez günlerin
Ne gözyaşı var ne de bir yakını.

(Ataol Behramoğlu)

BEN SİZİ SEVDİM

Ben sizi sevdim: belki bu sevda
Kalbimde sönmedi, kaldı izi;
Bu bir hüzne yol açmasın asla,
Hiçbir şeyle üzmek istemem sizi.

Sessizce, ümitsizce sevdim sizi,
Çile çekerek, kıskanç ve çekingen,
Öyle candan, öyle içtenlikli, ki
Başkası da öyle sevsin yürekten.

(Kanşaubiy Miziev – Ahmet Necdet)

“BAHÇESARAY” SARAYININ ÇEŞMESİNE

Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme!
Sana armağan olarak iki gül getirdim.
Seviyorum bitimsiz konuşmanı
Ve şiirsel gözyaşlarını senin.

Çiseyen gümüşsü tozların
Serin çiğlerle kaplıyor beni :
Ak, ak durmaksızın sevinçli pınar!
Anlat, anlat bana bildiklerini…

Aşk fıskiyesi, kederli çeşme!
Okudum ben de mermerinde senin
Uzak bir ülkenin övgüsünü;
Fakat Mariya’dan söz etmedin…

Ey, solgun yıldızı haremin!
Burada mı unutuldun yoksa?
Yoksa sadece mutlu düşler miydi
Mariya ve Zarema*

Ya da sadece imgelemin uykusu mu
Tenha bir alacakaranlıkta resimledi
Kendi bir anlık sanrılarını,
Ruhumun bir anlık idealini?

* Puşkin’in “Bahçesaray Çeşmesi” destan-şiirinin kahramanları.

(Ataol Behramoğlu)


“Ölü Ozanlar Derneği” : DÜNYA ŞİİRİ

18/09/2009

Olu Ozanlar

DÜNYA ŞİİRİNDEN SEÇİLMİŞ ÖRNEKLER

Antolojide bulunup aşağıdaki  örnekler arasında yer almayan MAYAKOVSKİ, SHAKESPEARE, ARAGON, CİBRAN, NERUDA  BRECHT, HAYYAM, ELUARD, MEVLÂNÂ, BAUDELAİRE, GOETHE, KAVAFİS, LORCA, NEYZEN, NİETZSCHE, YESENİN PUŞKİN, TAGORE, POE, SAPPHO, RİLKE vb. şairlerin seçki kitapları “DÜNYA ŞİİRİ” kategorisinde yer almaktadır.


1.MAYAKOVSK‹ 2.SHAKESPEARE 3.ARAGON 4.C‹BRAN 5.NERUDA  6.BRECHT  7.HAYYAM  8.ELUARD  9.MEVLÂNÂ 10.BAUDELA‹RE   11.GOETHE 12.KAVAF‹S 13.LORCA 14.NEYZEN 15.N‹ETZSCHE  16.YESEN‹N 17.PUfiK‹N 18.TAGORE 19.POE 20.SAPPHO  21.RİLKE

KATULLUS

(I.Ö. 84 – 54)

GECEDEN ÖNCE

Yaşayalım Lesbia’m, sevişelim,
Metelik vermeden homurtusuna,
Kıskanç ve suratsız ihtiyarların.
Batan gün her sabah yeniden doğar;
Ama bu bizdeki süreksiz ışık
Bir kere söndü mü ötesi gece;
Hiç bitmeyen bir gece, tek ve sonsuz,
Bin kere öp beni, öp, yüz kere öp;
Bin kere, sonra yüz kere yeniden
Bin kere, yüz kere, öp, durmadan öp,
Şaşır sayısını, şaşır Lesbia’m,
Şaşır ki sevdamıza göz değmesin

(Türkçesi: Oktay Rifat)


Victor HUGO

(Fransa, 1802 -1885)

SORULAR… SORULAR...

Gözden yaşmı akıtmalı ağlamak isteyince,
Dudaklar gülümserken insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzel ve şuh görüntüler mi aramalı,
Çirkin tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret, özlediğimizden uzaklarda kalmak mıdır,
Özlenen yanımızdayken özlem duyulamaz mı?

Para, eşya, mücevher çalmak mıdır hırsızlık,
Mutlulukları çalmak, hırsızlık sayılmaz mı?

Soldurmak için gülü dalından mı koparmalı,
Pembe bir gonca açıp dalında solamaz mı?

Silah, hançer mi gerekir insanı öldürmek için
Gözler hançer, gülücükler kurşun olamaz mı?

(Türkçesi: Tüzün Gürson)


Mihail LERMONTOV

(Rusya, 1814-1841)

İNCELİKLE SEVDİLER BİRBİRLERİNİ UZUN ZAMAN

……………………….Sie liebten beide doch keiner
……………………….Wollt’es dem andern getehn (Heine)

İncelikle sevdiler birbirlerini uzun zaman
Derin bir tasayla, çılgınca, isyancı bir tutkuyla!
Kaçınıyorlardı itiraftan ve karşılaşmaktan,
Düşman gibi; boştu ve soğuktu konuşmaları da.

Suskun ve gururlu bir acı içinde ayrıldılar,
Bazen ve ancak düşte gördüler yitik sevgiliyi.
Öldüler sonunda, mezar ötesinde buluştular…
Fakat orada da tanımadılar birbirlerini.

(Ataol Behramoğlu)


Stephane MALLARME

(Fransa, 1842-1898)

DENİZ MELTEMİ

Hayır yok tenden artık; hatmedildi kitaplar.
Ah! Bi kaçsam! bilirim, o mest kuşlara diyar,
Bir akl’almaz köpükle göklerin arasında.
Bir şey tutamaz gayrı, gözlerin aynasında
Yanan bahçeler bile, bu deniz kokan gönlü;
Tutamaz ne geceler, ne duran o hüzünlü
Boş kâğıtlar üstüne iğilmiş kandil öyle;
Tutamaz o çocuğunu emziren taze bile,
Gidiyoruz! Kalk, gemi! Yalpanı vur şöyle bir,
Ve sonra al bir günâ âleme doğru demir!
Ümitten onca çekmiş sıkıntı şimdi, dersin,
Hayır duasına mı kanmakta mendillerin?
Belki de bu direkler, fırtınalara davet,
Nâçar bir gün yığılır güverteye… Ne imdat,
Ne görünürde ada ve ne kürek ne yelken;
Ama sen geçme gene gemici türküsünden!

(Can Yücel)


Guillaume APOLLİNAİRE

(Fransa, 1880-1918)

REN GECESİ

Bardağımda şarap, bir alev gibi titriyor.
Bakın kayıkçı ağırdan bir şarkı tutturmuş.
Ayışığında yedi kız görmüş, öyle diyor;
Yeşil saçları ta topuklarını bulurmuş.

Kalkın, türküler söyleyin, oynayın yan yana;
Kayıkçının şarkısını duymayayım gayrı;
Bütün sarışın kızları getirin yanıma:
Saçları örülmüş durgun bakışlı kızları.

Ren sarhoştur, sularına asmalar vuran Ren;
Üzerinde gecelerin altını serili.
Yazı büyüleyen yeşil saçlı perilerden
Bahseder ölü bir ses, son nefesinde gibi.

Bir kahkaha gibi kırılır kadehim birden.

(Orhan Veli – Sabahattin Eyuboğlu)


Ezra POUND

(A.B.D., 1885-1972)

IRMAK-BOYU TACİRİNİN KARISI: BİR MEKTUP

Saçlarım daha alnımın üstünde dümdüz kesiliyken
Ön kapının orda oynardım, çiçek koparırdım.
Sen atçılık oynayarak bambu değneklerinde gelirdin,
Çevremde gezinirdin, mavi eriklerle oynayarak.
Böylece yaşar giderdik Chokan köyünde:
İki küçük insan, tasasız, kuşkusuz.

On dördümde, Efendim, evlendim seninle.
Hiç gülmedim, utangaçtım çünkü.
Başımı öne eğip duvara baktım.
Bin kere çağırıldım da hiç ardıma bakmadım.

On beşimde, somurtmayı bıraktım artık,
Toprağım seninkiyle karışsın istedim
Her zaman seninkiyle, her zaman.
Durmadan üzülecek ne vardı?

On altımda, benden ayrıldın.
Uzak Ku-to-yen’e, ırmağın oralara gittin,
Beş aydır uzaktasın.
Maymunlar üzgün sesler çıkarıyorlar yukarda.

Ayaklarını sürüdün giderken.
Kapının yanını şimdi yosun bürüdü, çeşit çeşit yosun
Öyle kök salmışlar ki temizlenmiyorlar!
Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,
Çifte kelebekler Ağustosla şimdiden sarardı.

Batı bahçesinin çimenleri üstünde;
İncitiyorlar beni. Yaşlanıyorum.
Kiang ırmağı kıyılarından geçip geliyorsan
N’olur bana önceden haber sal,
Çıkıp giderim seni karşılamaya
Cho-fu-Sa’ya kadar.

(Ülkü Tamer)


Anna AHMATOVA

(Rusya, 1888 – 1966)

BİLMİYORUM, YAŞAMAKTA MISIN, ÖLDÜN MÜ ?

Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?
Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni
Yoksa, akşamın yaslı karanlığında
Bir ölüyü mü düşünmeli..

Her şey senin için: Gün boyunca dualarım,
Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;
Şiirlerimin beyaz sürüsü,
Ve mavi yangını gözlerimin..

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile,
Okşayıp bırakanlar bile hatta.

(Ataol Behramoğlu)


e. e. CUMMINGS

(A.B.D., 1894 -1962)

HİÇ GİTMEDİĞİM BİR YERDE

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde
her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni,
birşey dokunamayacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü

ya da beni kapatmaksa istediğin, ben,
hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
renkleriyle yapısının beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri

(Türkçesi: Cevat Çapan)


Jorge Luis BORGES

(Arjantin, 1899-1986)

AN’LAR…

Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Neşeli olurdum, geçmişte olmadığım kadar,
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine de yeterince ciddiyet katardım.
Bu denli temiz, titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Hiç çekinmezdim daha fazla riske girmekten de…
Daha çok yolculuklara çıkar, gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin keyfini…
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boşverirdim kuru nimetlere.

Öyle bir şansım olsaydı eğer, dertlerim de
yalnızca düşlerin değil, yaşamın gerçeğini taşırdı.
İşte onlardan biriydim ben ömrü boyunca hani, her saniyesini
verimli kılmaya çalışan insanlardan biri.
Ama aynı an’lara yeniden geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim, mutlu an’ları…

Farkında değilseniz hâlâ, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİ’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi
ve paraşütsüz yerinden kıpırdamayan bir insandım ben.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
yüksüz, iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum ayakkabıyı.
Hiç bilinmeyen yolları keşfeder, tadına varırdım günışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, yeniden bir şansım olsaydı eğer…

Ama ne çare..  İş işten geçmiş ne yazık ki!
85’indeyim artık ve biliyorum ki… Ölmekteyim.

(Gönül Gönensin)


Yorgo SEFERİS

(Yunanistan, 1900-1971)

DENİZE YAKIN MAĞARALARDA

Denize yakın mağaralarda
bir susuzluk duyarsın, bir aşk,
bir coşku
deniz kabukları gibi sert
alır avucuna tutabilirsin.

Denize yakın mağaralarda
günlerce gözlerinin içine baktım,
ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.

(Cevat Çapan)


Robert  DESNOS

(Fransa, 1900 – 1945)

SENİ ÖYLESİNE DÜŞLEDİM Kİ

……Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.
……Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı  bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
……Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
……Beni günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
……Ey duygusal dengeler.
……Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
……Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin alnına ve dudaklarına belik de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin dudaklarına ve alnına dokunduğum kadar.
……Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum, yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir.

(Eray Canberk)


Attila JOZSEF

(Macaristan, 1905 -1937)

FLORA

Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni
Benden bir çoban köpeği yapmak için kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve incelik duyguları
Göç ettiler onların dünyasından Güney’e.
Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı.
Göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi
Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa
Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa muhtaçsa
Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik
Su, taştan evler gerekliyse
Çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
Isıtan bir sevgiye;
İşçi için bilincin
Ve gözüpekliğin anlamı neyse
Yoksul için onurun;
Ve bulanık çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
Ve nasıl gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık, yol gösteren ışık
Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.

(Ataol Behramoğlu)


Yannis RİTSOS

(Yunanistan, 1909 -1990)

DEĞİŞMELER

Pulluğu tarlaya götürdüler,
tarlayı eve getirdi –
bitmeyen bir değiş tokuş başlamıştı
eşyanın anlamını belirleyen.

Kadın kırlangıçlarla yer değiştirdi,
saçaktaki kırlangıç yuvasına oturdu ve şakıdı.
Kırlangıç kadının gergefinin başına geçti
ve yıldızlar, kuşlar, çiçekler ve yelkenliler işledi.

Ağzının ne kadar güzel olduğunu bilseydin,
Görmeyeyim diye gözlerimi öperdin.

(Cevat Çapan)


Konstantin SIMONOV

(Rusya, 1915-1979)

BEKLE BENİ

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarı sıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken beni beklediğini.

(Sacide)


Paul CELAN

(Avusturya, 1920-1970)

BADEMLERDEN SAY BENİ

Say bademleri,
say acı olanı, uyanık tutanı say,
beni de onlara kat:

Gözünü arardım hep, gözünü açtığında,
sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy’in
testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.

Ancak böyle varırdın adına, senin olan,
o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek,
savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi
boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun.

Ölmüş olan o şey senin koluna girer
ve işittiklerin de seninle birleşirdi,
üç olup giderdiniz geceyi katederek.

Beni de acı yap, acı yap beni.
Bademlerden say beni.

(Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy)


Sylvia PLATH

(ABD, 1932 – 1963)

ADAY

Önce, istediğimiz gibi biri misin bakalım?
Takma gözün,
Takma dişlerin, koltuk değneğin,
Askın, çengelin,
Takma göğüslerin

Ya da bir eksiğin olduğunu gösteren dikişlerin
Var mı? Yok mu? Öyleyse ne verebiliriz sana?
Ağlama.
Aç elini.
Boş mu? Boş. Al sana onu dolduracak,

Çay getirecek,
Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak,
Bir el.
Evlenir misin?
Garantisi var,

Kapar açık kalmışsa gözlerin
Ve eriyip gider kederinden.
Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan.
Bakıyorum çırılçıplaksın.
Bu elbiseye ne dersin –

Siyah ve sert biraz, ama iyi oturdu üstüne.
Evlenir misin?
Su geçirmez, dayanıklı her şeye, ateşe,
Damı delip geçen bombaya.
İnan bana, bunun içinden gömerler seni mezara.

Kafana gelince, kusura bakma ama, kafan boş.
Tam sana göre biri var elimde.
Gel şekerim, çık dolaptan.
Evet, ne dersin buna?
Kağıt gibi bembeyaz başlangıçta,

Ama yirmi beş yılda gümüş,
Altın olur elli yılda.
Canlı bir bebek neresinden baksan.
Dikiş diker, yemek yapar,
Konuşur, konuşur, konuşur.

Çalışır durumda, hiç bir eksiği yok.
Açılmış yaran varsa, yara lapası.
Gözün varsa, bir görüntü gözüne.
Evlat, bu senin için son kurtuluş fırsatı.
Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin?

(Cevat Çapan)


Furuğ FERRUHZAD

(İran, 1936 – 1968)

RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK

küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.

(Onat Kutlar – Celal Husrovşahi)


Ayrılık ve Özlem Üstüne

18/09/2009

Ayrılık ve Özlem

Ayrılık ve Özlem

Ayrılık ve Özlem Üstüne

Özdeyişler ve Seçme Dizeler

 

  Ayrılmanın gökteki yıldızlar kadar çeşidi vardır.
SHAKESPEARE

Her gün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın tadı başkadır.
MONTAİGNE

Ayrılık içindeki insanın göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman ona bir yıl kadar gelir.
MEVLÂNÂ

Ayrılık küçük tutkuları unutturur, büyükleri güçlendirir.
NAPOLYON

Ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı artırır.
VOLTAİRE

Özlemin koşulu ayrılmaktır-ayrılıştır: özleyen ile özlenenin -biri durarak öteki giderek- ayrılmaları.
* * *
Özlem, ayrılıktaki birlikteliktir – bir o kadar da birlikteki ayrılış.
* * *
Özlem sana yalnızlığının değerini de öğretir, yakıcılığını da…
ORUÇ ARUOBA

Boşverin bizi ayrı düşürenlere, sizi birleştiren bunca şey dururken.
YANNİS RİTSOS

Ayrılık, aşk bağının yenilenmesi demektir.
GOETHE

Özlem, gerçekte birçok şeyin toplamıdır, ancak geçmişseverdir.
* *
Çoğumuz gençlik özlemi ile ruhumuzu şeytana satmaya hazırız.
TUNCER UÇAROL

Rüzgâr ateş için neyse, ayrılık da aşk için öyledir: Küçüğünü söndürür, büyüğünü alevlendirir.
RABUTİN

Ayrılık, hayranlığı artırır.
DİDEROT

Rüzgar alev için ne ise, ayrılık da aşk için odur. Ufak alevi söndürür, büyük alevi daha parlatır.
ROCHEFOUCAULD

İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılma zamanıdır.
DOSTOYEVSKİ

Ayrılık, doyurulmayan aşkı artırır.
VOLTAİRE

Ayrılık, yeni bir kavuşma özlemiyle soluklanmaktır.
Hüseyin BALKANCI

Bir inceliğe terkedecekse bizi / Aşkolsun o ayrılığa.
HAYDAR ERGÜLEN

Özlem ki bir tutkunluktur bir başkasının özlemine
EDİP CANSEVER

Özlem, ayrılıktaki birlikteliktir –
bir o kadar da, birlikteki ayrılış…
ORUÇ ARUOBA

Vâızın nâr-ı cehennem dediği firkat imiş
USÛLÎ

Öyle zaif kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
FUZÛLÎ

Su uyur düşman uyur haste-i hicrân uyumaz
ŞEYH GALİB

Yârdan mehcûr iken düştük diyâr-ı gurbete
Dehr gösterdi yine hicrân hicrân üstüne.
RÂSİH

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvekkıt ne bilir
Müptelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat
SÂBİT

Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden.
SELİM-İ SÂNÎ

Sen gelmeyince hâtıra bilsen neler gelir.
NÂBÎ

Yârdan mehcûr iken düştük diyâr-ı gurbete
Dehr gösterdi yine hicrân hicrân üstüne
RÂSİH

Kış geldi firak açmadadır sîneme yâre
Vuslat yine mi kaldı güzel fasl-ı behâre
(Laedri)

Eyvâh, ne yer ne yâr kaldı
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı
ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN

Bülbülden işit nâliş-i hasret neye derler
RAGIP PAŞA

Gel, gel ki cümle savm ü salâtın kazâsı var
Sensiz geçen zemân-ı hayâtın kazâsı yok
NESÎMÎ

Ne şeb ki kûyine yüz sürmesem o dem ölürüm
Ne gün ki kâmetini görmesem kıyâmet olur.
NEF’Î

Duramaz yârsız gurbette âdem
Olur dîdârsız cennet cehennem.
TAŞLICALI YAHYA BEY

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık.
KARACAOĞLAN

Bir kaç gün hicran dağıyla tek kal
Ayrılıktan sonra hoş olur vuslat.
GENCELİ NİZAMİ

Bir ölüm ki ayrılık yudum yudum duyulur
Gurbete çıkar yolcu, acı bulur dert bulur.
RİFAT NECDET EVRİMER

Kurtulamam üç nesnenin elinden
Biri gurbet biri firkat biri aşk.
GEVHERİ

Gören sanır ki safâdan sema’-ı râh ederim
Döner döner bakarım kûy-i yâre âh ederim.
ESRAR DEDE