HAZER İÇİN BİRKAÇ SARI GÜL / Hüseyin Ferhad

30/07/2012

HAZER İÇİN BİRKAÇ SARI GÜL, VIII

Onu ipten aldımdı, kurtlar, haramiler sofrasından kaptımdı. Ufka, kadim yurduma kaçırdımdı. Göçüklerini onardım, muslinlere, kadifelere sardımdı.Tirşe uykulara, gökçek rüyalara yatırdımdı. Nazardan, kem gözlerden sakındımdı. Çağanozların, yakamozların akıntısına sakladımdı. O benim gizli yaramdı, kanadı

Ellerine kına yaktımdı. Beline ibrişim kuşak bağladımdı. Gamzelerini altınla gümüşle halkarladımdı. Burnuna hızma, ayaklarına halhallar taktımdı. Saçlarını meltemle borayla taradımdı. İçsin diye şarap süzdüm, yesin diye incir soydum, et kaynattım,yufka açtımdı. Önünde diz çöktüm, ağladımdı. Gök Tanrı tanığımdır.

O benim şirk lambamdı, karaldı. Yüreğimdeki ışık lekeleri bu yüzden tenhadır

O benim sırsız aynamdı. Yüzüne şevkle baktımdı. Terini vecdle kokladımdı. Eğnini gönençle tarazladımdı. Kulağına yırlar, alkışlar fısıldadımdı. Çimlerini yoldum, tarhlarını suladım, göl cinlerini taşladımdı. Bahtına, alın yazısına ulusal benliğimi, hohladımdı. Yine de elimden düştü, kırıldı

Hüseyin Ferhad


KAPI / Birhan Keskin

30/07/2012

 

KAPI

 

geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni…

Birhan Keskin


FEMİNA / Ayten Mutlu

27/07/2012

 

FEMİNA

 

nasıl bir ayin gerek bu lanete Femina
yaşamının kırıkları birleşsin diye
hangi büyülü ezgiyle dans edeceksin
yeni günün şafağında?

bin yılların laneti bu Femina
başka gün yok başka dünya
hadi dans et, elinde bir tas zehir
ayak bileklerinde demirden halkalarla

sıkılgan hecelerin sedef çiçekleriyle
kanırt çivisini tüm kutsal kitapların
Femina dans et ince topuklarınla
sars kızıl opalini toprağın

uzun kürklü hayvanların ininde
soğuk yıldızların ince yılanı
gibi kıvrıl Kybele ananın suretinde

başka gün yok başka dünya
boyun eğişlerin gururlu zilleriyle
çal bin yıllık aldanışı Femina

içinde eskil ritim, yırtılan etin sesi
umarsız sessizliğin iç çekişleri
eşlik edecek senin dansına

işaret bekleme sim gölgeler çağından
ışığın içindeki gölge gibi gel
ballı şerbetleri yudumlar gibi
iç aykırılığın saf içkisini
yaz buğusunda yanan ülke gibi gel

aklın deliliğe çarpan kıyılarından
bay tanrının yatağından
sisten çık gel siyah tüller içinde

siyah güller içinde
dantel tencerelerin kızgın köpüklerinde

hadi dans et, çoktan başladı ayin
büyülü ellerinle çal aşkın zillerini
Femina, uysallığın çılgın gelini

dans et, siyah iplik gününde parlak taşların
dans et, lanetli çığlığıyla bataklık kuşlarının
dans et, usanmış askeri gündelik savaşların
dans et, çağıran ritmiyle kaybolmuş hayatların

başka gün yok başka dünya
yeni günün şafağında
Femina
dans et

Ayten Mutlu


UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN / Haydar Ergülen

17/07/2012

 

UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN

 

anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı
kıyısından çocukların dokunarak geçtiği
yaz kirli denizlerin körfezine çekildi
biten o yaz mıydı düşün istersen
bir taşra melankolisine kaptır kendini
-şimdi anımsanması gereken birşeyler vardır
bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır
hoyrat sevinçlerle sularında yüzülen
olağan duygularla yüreği örten
bir aştan geriye suskunluk kalır-

yazdan ne kaldı sana yazdan ne kaldı
birkaç dize ölü ozanların gezindiği
kimsesiz romanlara sığınan yürek ağrısı
denizle aranızda ortak dil gibi
usulca çoğalan yaz kederleri
-her zaman paylaşılan duygular vardır
yeri gelince ölümler de paylaşılır
bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
benzemez beyaz evlerden mavi sulara
aynı pencereden iki yabancı gibi bakmaya-

yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti
yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak
nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak
korkarak geldiği yollardan geri dönmeye
sıradan geçen bir yazın yanına gitti
-bir aşkta sıradan yazlara da yer vardır
sıradan bir aşkın sözlüğü gittikçe daralır
artık ne fısıltı gibi ilk ürpertiler
ne geceyarısının büyülü güzelliği
ayrılıklar gelir kapımıza dayanır-

incelik gibi bu şiiri bıraktı yaz giderayak
bir ozan olsam bana sorulmaz derdim
sorulsa da o yazdan inceliğin hesabı
yazık ödenmemiş bir borç gibi karşımda
uçucu bir yazdan kalanların toplamı
-de ki o umutsuz duruşunun ardında
kendinden bile sakladığı yaraları
gün gelir onulmaz özlemler gibi
ıslıkla söylenen bir aşk türküsü olur
unutulmuş yazın kırgın yolcusu
sevdalı yüreğini kıyıya vurur.

Haydar Ergülen


NAR / Birhan Keskin

17/07/2012

 

NAR

 

çiçeklerin eksilen suyuna su,
yazın yanına hatırayı ekledik,
çekirge sesleri ve
öğle güneşi altında narın
olgunlaşmasını bekledik.

bekledik, başka başka odalarda
çektiğimiz ağrı dinsin,
bir çocukluk düşü gibi
ince bir sızıya dönsün diye
yaza sedeften bir anlam ekledik

biliyorsun,
bir başdönmesi gibi sürüyor hayat,
yazların yanına yazlar ekleniyor,
zaman uzun bir sıcağa dönüyor burada,
ağırlığına duygunun, taşınamazlığına
ve yazlar hatıraya…

sığındığımız konuşmalar kesecek mi ağrıyı?
ağacın güzelliğindeki mânâ sönmeyecek,
köklerinde sürecek mi aşk?
ah benim hayal kardeşim,
bizim bu aşktan alacağımız var,
dinsin ayrı odalarda çektiğimiz ağrı,
yaz geçip gitsin ve olgunlaşsın nar.

Birhan Keskin


SAINT-ANTONIE’IN GÜVERCİNLERİ / İlhan Berk

14/07/2012

SAINT-ANTONIE’IN GÜVERCİNLERİ

I.Eleni’nin Elleri

Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Her şey değişiyor.
İlk İstanbul şiirden çıkıp yerini alıyor
Bir çocuk ilk gülüyor
Bir ağaç çiçek açıyor.

Eleni’den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
Bir gün sabah her yanım.

Eleni geliyor
Dünyaya bakıyorum
Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum
Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada
O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
Brise Marine’i yeniden
Yeniden Annabel Lee’yi.
Eleni ile anlıyoruz
Bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş
Deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.

Bir gün Eleni’nin elleri geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.

II. Gençlik

Ruhum,
İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?
Bir serçe yavaş yavaş uçuyor
Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor
Düştü düşecek dalından bir yaprak.

Lambodis raftan bir şişe aldı açtı
Bir bulut durdu pencerede
Lambodis işine devam etti
Ellerini sildi, hıyar, domates doğradı
Sonra oturup gençliğini düşündü.

Bir evdeydi
Eleni on sekizinde, İlyadis yirmi üç
Eleni’nin şarkıları vardı
İnsan akıl erdiremezdi
İstanbul’un her tarafı kahve
Kapalı kahve açık kahve
Şarkılar ne kadar güzel olursa olsun
Eleni’yi anlamazdı.

O günler Lambodis’in ağzında bir cigara bir aşağı bir yukarı
İstanbul’da
Eleni’nin en güzel yerleri elleri sarmısak kokan ağzı
Daha Lambodis meyhaneci değil
Daha Lambodis hiçbir şey değil
O günler her Pazar Saint-Antoine’a gidiyorlar
Eleni’nin göğsü soyulmuş badem
Güvercin gibi elleri
Daha o zamandan Lambodis’in düşmanı çok
Bütün İstanbul Eleni’nin arkasında.

Evet
Lambodis’in gençliği bir yaprak düştü düşecek
Pencereye oturmuş gelip geçenlere bakıyor
Sen de bak diyor bana
Bak insanlar geçiyor
Ben sıkıldım mı insanlara bakarım
Hiçbir şeyim kalmaz
Hiçbir şeyimiz kalmıyor.

Her iş bunun gibi ruhum
Bir kadın bir adam aynı şeyi yapıyor
Ben birazdan kalkıp Sirkeci’ye gideceğim
Sevgilim trene binip gidecek
Bir zaman hiç güneş doğmayacak sabah olmayacak, bir zaman dünyada değilmişiz gibi korkacağız.
Bunlar hep olacak ruhum
Bir gün bakacağız İstanbul güzel
Ondan sonra her gün İstanbul güzel.
Eskiden çok eskiden bu dünya daha bir güzelmiş mesela
Bu bulutlar bu gökyüzü uzanınca dokunacağımız bir yerdeymiş
Şimdi şiirdeymiş bunlar
Her şey bu hesap ruhum.

Bu dünya güzel
Gülhane ağaçlık

III. Saint-Antoine’in Sevişme Vakti

Bu gökyüzü
Her gün böyle değildir Saint-Antoine’in üstünde
Belli sevişme vakti
İşte pencereler ilk kollarını açtı
Karıncalar yuvalarından çıktı
Yosunlar uyandı
Gerildikçe gerildi gökyüzü
Dikiş diken kız penceresinde ilk kez mutlu
Denize bakan evler kahveler ilk kez mutlu
Hiç korkmamalı artık Lambodis
Eleni hiç korkmamalı
Bütün güvercinler havalandı kimse korku nedir bilmiyecek
Herşeyin uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Herşey duracak
Bir kızın elleri elbisesine uzanmışken duracak
Saint-Antoine ilk sandukasından çıkıp deniz kıyısı bir yere gidecek
Onunla tüm sandukalar, evliya resimleri, İsa’nın kendisi arkasından gelecek
Herşey yerini aşka bırakacak
Sandalya aşka
Pencere aşka
Saint-Antoine’in tavanı bir başka tavana doğru yürüyecek
Kapı bir başka kapıya doğru
Hiçbir şey küçüleyim demeyecek
Daha bir büyüdüğünü göreceğiz gökyüzünün
Daha bir mavi denizi
Gözlerden gözlere bir esmerlik halinde o aşk gidecek
En güzel şarkılarla şimdi İstanbul’a gelen o
Şimdi herhangi bir yerde kızın elleri ağzı onun için büyüyor
Bir çocuk annesinin memesini onun için bırakmıyor
Saint-Antoine’in güvercinleri
Onun için havada
Şiirde bu düzen kaygusu onun için
Bu gökyüzünün başka anlamı olamaz.

İlhan Berk