DOĞA ÇEŞNİCİSİ / Edip Cansever

29/10/2012

BAŞLANGIÇ

Doğanın bana verdiği bu ödülden
Çıldırıp yitmemek için

İki insan gibi kaldım
Birbiriyle konuşan iki insan

KUŞATMA

Bir gün akıp gitmeye her yerim
Suyundan içmeyle alışık.

Gitmek! yazmışım defterime çoktan
Rıhtımlar, güz halatları, daha bir sürü şey
Şuramda darmadağınık.

Vişneler, atlar, yıldızlar
Yıldızlar, sık ağaçlar, kasaba lokantaları
Yıllarca duran sözler yenisi konuşulmadık.

Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim
Geçmem kapınızdan bile artık.

Doğasın, bir sen beklersin beni, bilirim
Sesimi, düşlerimi, kırık parmaklarımı
Var başka neyimse onları artık.

Doğasın sen, doğasın, yarat beni yeniden
Ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık.

Edip Cansever


EDEBİYAT YAZILARI / (Der.) Selahattin Hilav

24/10/2012

 

EDEBİYAT YAZILARI

 

İnsan bir yandan sınırsız isteklerinin, kayıt tanımaz düşlerinin ardından gitmek istiyor; öte yandan günlük hayatın çıkargözetir düzenine, hesaplarına, dar mantığına boyun eğerek kendi yarattığı ama kendisine yabancılaşmış bir zorunluluğun tutsağı oluyor. İnsanın bu yırtılış ve parçalanışı çağdaş felsefenin temel konularından biridir.

Andre Breton: Her gerçek edimin temelinde doğrunun araştırılması vardır.

Nazım Hikmet: Bir devrim bakımından yapılan her sıçramada kulakların karanlıklardan gelen ürümelerle dolduğunu duymayacak kadar sağır değilim. Halifeliğin cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasından şapkanın giyilişine dek, bir devrim bakımından, atılan her adımda yürekleri parçalananlar oldu. Bir devrim gözüyle emperyalizmin denize dökülüşünden, temiz Türkçenin işlenmesine kadar yapılan sıçramaların ağrısını gırtlaklarına sarılmış bir pençe gibi duyanlar vardır.

Doğmakta olan ama açıkça fark edilmeyen gerçekliğin dile getirilmesi büyük şiirin amacıdır. Ama bu gizli gerçeğe götüren yol içtenlikle, bilinçle, cesaretle bütün bir hayat kurban edilmeden bitirilemeyen bir yoldur. Bu açıdan ele alınınca, büyük şiirin, soyut bir şekilde “toplumcu” ya da “ferdiyetçi” diye ayrılamayacağı ortaya çıkar.

Kemal Tahir: Hiçbir yenilik, Osmanlı ve Cumhuriyet halklarına, özellikle orta köylüye korkusuz yaşama, gerçekten onurlu yaşama hakkını sağlayamadı. Batılılaşmanın iki aşamada da uğradığı kesin yenilgi bundandır.

Ahmet Hamdi Tanpınar: İnsan ve cemiyet değişmediği için felsefe ve dünya görüşü değişmez.

Tarihle hesaplaşamazsanız; yalınkat iddialarla ve yalanla tarihi örtmeye ve kendinizi olduğunuzdan başka biçimde göstermeye kalkarsanız -ister bunun bilincinde olun ister olmayın- sonunda yine tarih gerçek yüzünüzü ortaya serer. Bağımsız bir burjuvaziyi oluşturamamış bir ülkede, dışa bağımlı sermaye çevrelerinden ve bürokratlardan başkasına yararı dokunmayacak bir “içeriksiz milliyetçilik” yaparsanız, nesnel gerçekler, eninde sonunda sizi yalanlar. Sınıf kökeninden ve kültüründen yoksun milliyetçiliğiniz kendi onurunu bile koruyamaz; içerde gaddarlığa ve yağmaya, dışarda onun bunun kuyruğuna takılmaya, yardım dilenmeye varır. Giderek elinizi kana bulamak zorunda kalırsınız.

Salt olanla göreceyi karıştırmak, yarı-aydını ele veren düşünce özelliklerinden biridir.

Ahmet Hamdi Tanpınar: İnsanlar çalışırken ne kadar mesut oluyorlar. Yaratmanın hızı, onları içlerinden kavrayıp kurduğu zaman bu ölüm makinesi ne güzel, ne temiz bir ahenkle işliyor. Hiçbir şey kendi alınteri kadar insanı tatmin edemez. Çalışan insan, kendi varlığında hüküm süren bir ahengi bütün kainata nakleder. Hayatın biricin nizamı, bu ahengin kendisi olmalıdır. Ona (milletimize), içinde kendisini gerçekleştirecek büyük, planlı bir iş hayatını açmak lazım.

Kemal Tahir: Tarihsiz toplumların büyük sanatı kesinlikle olamaz. Elli yıllık tarihle sanat olamayacağı gibi, uydurma tarihle de sanat yapılamaz.

Ahmet Hamdi Tanpınar: Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol! Onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir.

Nazım Hikmet: Bir şiir bütün dış, parlak giysilerini kaybederek çırılçıplak kaldığında, ne güzel milli dili ne de mili müziğiyle örtünmeden, yabancı bir dilde yine de anlatmak istediğini anlatıyorsa, bizi duygulandırıyorsa, o şiir gerçekten çağdaştır.

Karl Marx: Düşüncelerle, belli bir durumun ötesine geçilemez. Eleştiri silahının yerini silahların eleştirisi almalıdır.

Derleyen: Selahattin Hilav

Görsel: Joan Miro (corbis)


GELMİŞ BULUNDUM / Edip Cansever

24/10/2012

 

GELMİŞ BULUNDUM

 

Ben mişim—neymiş?—su sesiymiş
Oymuş—cam kırıkları gibi gövdemi yakan—
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mı , yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.

Güneş mi batarmış bir özel isim bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

Yıldızlar, büyülü ülke, adımı unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sağa çıkaran
Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.

Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz, bir kere gelmiş bulundum.

Edip Cansever


YAĞMURUN ELLERİ / e.e.Cummings

23/10/2012

 

YAĞMURUN ELLERİ

 

Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş yapraklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsam

Yaprak yaprak açtırırsın
İlkyaz nasıl açtırırsa
İlk gülünü gizem dolu
Hünerli bir dokunuşla

Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin

Başedilmez o gergin
Kırılganlığınla senin
Her solukta sonsuzluk
Ve ölüm…

e.e.Cummings

Türkçesi: Barış Pirhasan


GÜNLÜK ŞİİRLER / Onat Kutlar

22/10/2012

 

GÜNLÜK ŞİİRLER

 

Sen gittikten sonra iki çalgıcı
turnalar semahını çaldı ve kimse dinlemedi onları
benden başka. Sarımsak kokusunun
yoksulluk ve rakıyla buluştuğu saygısız kalabalıkta
kimse duymadı beni terkeden
kanatların bıraktığı esintiyi. Biri incecik öbürü kalın
iki tel vururken çalgının yüreğine
nicedir aklımı kurcalayan Bertold Brecht’in
“Sevenler” şiirini düşündüm bir yaşamdan ötekine
yanyana uçan iki turnayı. Taa, yirmisekizlerden,
“Güneşin ve ayın az değişken dilimleri altında
uçup giderler yine, böyle tutkun birbirine.
Hey, nereye gidersiniz? — Hiç bir yere — Nerden gelirsiniz?
Her yerden. Sorarsınız, ne zamandır birliktesiniz? diye.
Az zamandır. Ne zaman ayrılacaksınız peki? — Yakında.”
Çıktığımda hava açıktı ikindi güneşi gibi
nicedir ısıtmayan parlak ayın az değişken dilimleri altında
yürürken sordum kendi kendime. Nereye gidiyorsun?
Hiç bir yere. Ne zamandır yalnızsın? Bilmem, denize
ve ayışığından yapraklar kesen
şiire sormalı bunu. Daha yazılırken
bir anıya dönüşen şiirlere
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan? Heykel.
Acılardan? Aşk. Yoksulluklardan
bir devrim bile yapılabilir. Ama hiç bir şey
hiç bir şey yapılamaz ayrılıklardan.

Sen, çalgıcılar ve ayışığı çekip gittiniz uykunun
eşiğine vurulmuş bir turna gibi dönerek
düşerken sordum otuzdokuzlardan Bertold Brecht’le birlikte
“Ne yapmalı peki?” Aklım dokunacak
bir başka akıl arıyor. Nicedir yabancı denizlerde
yıkanan tenim başka bir teni. “Ne yapmalı?”
Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.

Ama hiç bir rüzgâr dolduramaz boş kalan yerini,
bir yaşamdan ötekine
birlikte uçan turnaların yerini
gökyüzünde.

Onat Kutlar


BİLMEZ MİYİM HİÇ… / Edip Cansever

21/10/2012

BİLMEZ MİYİM HİÇ

Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma.
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.

Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançlı bir insan soyunun parçasıysa.

Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.

Edip Cansever