SABAH PAZARINA GAZEL / Lorca

07/04/2010

Federico Garcia LORCA

(İspanya, 1898- 1936)

SABAH PAZARINA GAZEL

Görmek istiyorum geçtiğini
Elvira kemerinden
adını öğrenmek
ağlamaya başlamak için

Hangi gri ay saat dokuzda
çekti yanaklarından kanı?
Senin tohumunu kim toplar
karda parlayan alevin?
Öldürür kristalini
hangi kısa kaktüs iğnesi?

Göreceğim geçtiğini
Elvira kemerinden,
gözlerini içmek
ağlamaya başlamak için.

Nasıl çınlar pazarda
beni azarlayan sesin!
Buğday yığınlarında
nasıl kendinden geçmiş karanfil!
Nasıl uzağım yanındayken
nasıl yakınım gittiğin zaman!

Göreceğim geçtiğini
Elvira kemerinden,
kalçalarını duymak
ağlamaya başlamak için.

Türkçesi: Ülkü Tamer


KAÇIŞA GAZEL / Lorca

30/03/2010

Federico Garcia LORCA

(İspanya, 1898- 1936)

KAÇIŞA GAZEL

Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle, acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi.

Kimse yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.

Çünkü aranır alında güller
O katı görünüşlü kemiklerin,
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.

Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

Türkçesi: Ülkü Tamer


SEZİLMEMİŞ AŞKA GAZEL / LORCA

06/03/2010

Federico Garcia LORCA

(İspanya, 1898- 1936)

SEZİLMEMİŞ AŞKA GAZEL

Karnındaki karanlık manolyanın
Kimseler anlamadı kokusunu.
Acıttığını kimseler bilemedi
Dişlerinle sıktığın o aşk kuşunu.

Binlerce Acem tayı uykuya yattı
Alnının ay vurmuş alanında,
O senin kar düşmanı göğsünü
Kucaklarken dört gece kollarımla.

Bakışın, tohumların solgun dalıydı
Alçılar, yaseminler arasından.
Aradım vermek için yüreğimde
O fildişi mektupları her zaman diyen,

Her zaman: acımın bahçesi benim
Gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
Damarlarının kanıyla dolu ağzım,
Ağzın ölümüm için söndürdü ışığını.

Türkçesi: Ülkü Tamer


Ayağı Karıncalı / LORCA

03/12/2009

AYAĞI KARINCALI

Yalnız bir kadın sanmıştım önce
Oysa kocasını aldatan biri
Irmağın orda buluştuk
Gece, Santiago gecesi,
Işıklar sönüp birer birer
Yanmaya durunca ateşböcekleri,
Son birikintisinde şehrin
Dokundum uykulu memelerine
Türkülü çiçeklerin dalları gibi
Göğsü gözlerime açılıverdi.
Ve on iki hançerin bir kerede
Yırttığı ipek gibi sinirli
Hışırtısı kulaklarımda
Kolalanmış eteklerinin.
Işıksız tepeleri ağaçların
Yollar boyunca kocaman kocaman
Ve ufuk köpeklerin ufku
Irmaktan ötelere havlıyordu.
Ne varsa üstünden atlayıp geçtik
Böğürtlenler, dikenler, karaçalılar.
Saçındaki topuzun yere yatınca
Yumuşak toprakta açtığı çukur,
Ben boyunbağımı attığım zaman
Çözüşü onun da düğmelerini,
Sıra silahlı kemerime gelince
Sıyrılışı giysilerinden art arda
Sümbüllerin mi kurbağaların mı
Olamaz hiçbirinin böyle bir teni,
Ne de billurun ay ışığında
Sunabildiği var bu ışıltıyı
Kalçaları altımda kaçışıyordu
Hani ürkmüş balıklar gibi
Bir yanı tutuşmuş, ateş çemberi
Bir yanı buza kesmiş, sepserin,
O gece dörtnala gördüm kendimi
Sedeften, küçük bir taya binmişim
Gördüm, ne dizgin ne de üzengi
At koşturuşlarımın en güzelini.
Neler anlattı sevişirken
Ama söyleyemem erkeğim ben
Hem böyle ağzı sıkı görünmemi
Aydınlık akıl da istiyor zaten.
Öpüşlere, toz toprağa bulanmış
Uzaklaştık kıyının ordan
Süsenler silahlarını ayarlıyordu
Gecenin esintilerine karşı.
Dürüst bir Çingene olarak
Üstüme düşeni yaptım ben de
Koca bir dikiş sepetini
Armağan ettim ayrılırken,
Ama kuşkusuz sürekli bir aşkı
Aklımın ucuna bile getirmemiştim,
Çünkü hâlâ, evli değilim, diyordu
Kocasına bunu bunu yapıp da
Yürüdüğümüzde ırmağa doğru.

Federica Garcia LORCA

Türkçesi: Cemal Süreya


S’imge Şairler : LORCA

27/10/2009

lorcaS

Federico Garcia Lorca  (Granada, 1898 – 1936)

ATLININ TÜRKÜSÜ

Kurtuba
Uzakta tek başına

Ay kocaman at kara
Torbamba zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kurtuba’ya

Ova geçtim yel geçtim
Ay kırmızı at kara
Ölüm gözler yolumu
Kurtuba surlarında

Yola baktım yol uzun
Canım atım yaman atım
Etme eyleme ölüm
Varmadan Kurtuba’ya

Kurtuba
Uzakta tek başına

(Melih Cevdet Anday – Sabahattin Eyüboğlu)


MADRİGAL

Yağmur yağar Santiago’ya
Güzelim sevgilim benim
Gölgeli aydınlığı güneşin
Ak kamelyası göklerin

Yağmur yağar Santiago’ya
Hep karanlık geceler
Uykudan ipekten çayırlar
Issız ayları örter
Bak yağmura sokaklarda
Taş ve kristal sancısı, derin
Bak, yitik rüzgârlara
Gölgesi ve külü denizlerinin

Gölgesi ve külü denizlerinin
Santiago, güneşten ötelerde
Çok eski sabahların suları
Çırpınır durur yüreğimde

(Hilmi Yavuz)


HOŞÇAKALIN

Ölürsem
açık bırakın balkonu.

Portakal yiyor oğlan çocuğu,
Balkonumdan görüyorum onu.

Çiftçi ekin biçiyor,
Balkonumdan duyuyorum onu.

Ölürsem
Açık bırakın balkonu.

(Tüzün Gürson)


DENİZ SUYU TÜRKÜSÜ

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.

“Ne satarsın, deli kız
rüzgârda memelerin?”

“Suyunu denizlerin, yiğit,
suyunu denizlerin.”

“Ne taşırsın kara oğlan,
kanınla karıştırıp?”

“Suyunu denizlerin, yiğit,
suyunu denizlerin.”

“Bu tuzlu gözyaşları, ana,
nerden gelirler?”

“Ağlarım suyunu denizlerin, yigit,
suyunu denizlerin.”

“Bu derin sızı, gönül,
nerden dogdu oy?”

“Ne acıymış, ne acı
suları denizlerin!”

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.

(Cevat Çapan)


BİR GENÇ KIZIN KULAĞINA

İstemedim, hiçbir şey
söylemek istemedim sana.

Gözlerinde iki çılgın ağaç gördüm,
gülüşten, esintiden, altından iki ağaç.
Kımıldanıp duruyorlardı, istemedim.

Sana hiçbir şey söylemek istemedim.

(Tüzün Gürson)


ÖLÜ BİR ÇOCUK İÇİN GAZEL

Her gün öğleden sonra Granada’da
Bir çocuk ölür her öğleden sonra
Her öğleden sonra sular durulur
Şöyle bir söyleşmek için dostlarla

Ölünün yosunlu kanatları var
Rüzgârlar aydınlık ve buluttur
Kulelere doğru bir çift sülün uçar
Gün, yaralı bir çocuktur

Şarap mahzenlerinde seni bulurken
Tarla kuşlarından iz bile yoktu
Nehirde boğulduğun günse gökyüzünde
Bir bulut kırıntısı görünmüyordu

Korkunç bir sel gelir de tepelerden
Devrilir uğuldayan vadide zambak ve köpek
Ellerimin menekşe gölgesinde o ölü tenin
Nehrin kıyısında, soğumuş melek

(Hilmi Yavuz)


DİNLENEN KADINA KASİDE

Seni çıplak görmek, toprağı hatırlamaktır.
Düzgün toprağı, atlardan temizlenmiş.
Gümüş sınırlı o kamışsız toprağı,
Geleceğe kapanmış sağ durumuyla.

Seni çıplak görmek, arzusunu anlamaktır yağmurun
Her zaman o çelimsiz biçimleri arayan,
Ya da ateşini denizin, kocaman yüzü
Yanıklarının ışığını bulamadığı an.

Kan yankılanacak yatak odalarından,
Parıldayan bir kılıçla gelecek;
Ama kurbağanın morun yüreği
Nerde saklanmış, bilmeyeceksin.

Senin karnın köklerin savaşıdır,
Sisli bir şafaktır dudakların.
Sıralarını beklerken ölüler inler
Ilık gülleri altında yatağan.

(Ülkü Tamer)


S’İMGE : DENİZ

18/10/2009

deniz

DENİZ Temalı sayımızda seçilmiş 17 yazı ve 65 şiir yer alıyor.


Federico Garcia LORCA

DENİZ SUYU TÜRKÜSÜ

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten
dudakları gök.

“Ne satarsın, deli kız,

rüzgârda memelerin?”

“Suyunu denizlerin, yiğit,
suyunu denizlerin.”

“Ne taşırsın, kara oğlan,
kanınla karıştırıp?”

“Suyunu denizlerin, yiğit,
suyunu denizlerin.”

“Bu tuzlu gözyaşları, ana,
nerden gelirler?”

“Ağlarım suyunu denizlerin, yiğit,
suyunu denizlerin.”

“Bu derin sızı, gönül,
nerden doğdu oy?”

“Ne acıymış, ne acı
suları denizlerin!”

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.

(Türkçesi: Cevat Çapan)

Charles BAUDELAİRE

İNSAN VE DENİZ

Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!

(Türkçesi: Orhan Veli Kanık)


DENİZ TÜRKÜSÜ

Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ…

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala

O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü’yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri…
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: “Yol nereye?”
Ayılıp neş’eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…

İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

Yahya Kemal BEYATLI

HASRET

Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.

Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Nâzım HİKMET

KÖPÜK

Oyun bitti ve her şey yerini buldu.
Akşamla ebedi kızlar anne oldu.
Aynalara bakma, aynalar fenalık;
Denizi, sonsuz olanı düşün artık.
Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak,
Güzelsem soyabilirsin çırılçıplak;
Oradayım hep ben, orada, derinde,
Gemilerin ihtiyar köpüklerinde.

Ahmet Muhip DIRANAS


DENİZDEN GELEN

Denizden gelen anam benim, kardeşim benim,
Gençliğimin arzusu, denizi dinleyen,
Altın iklimlere uçan altın rüzgâr,
Ve mavi gündüz uykuları ki yükselir enginlerden.

Aç ölen balıkçıların ruhu,
Mavi daireler gibi geniş sahillere.
Ve bütün mesafelerin sonsuz düzlüğü yayılır,
Kayar, uzaklaşır, rüyaların geldiği yere.

Hâlâ yaşar, ilk intihar edenin suya teması,
Korkunun ve arzunun ve hiçbir şeyin olmadığı an,
Büyük fırtınalar yığılır uzaklarda,
Denizi seyredenlerin bıraktığı arzulardan…

O beyaz yelkenlerin gölgeleri çökmüştür deniz diplerine,
O deniz dipleri ki uykular için bir yelken.
Enginlerin uzak hayatı yaşar sonsuzluğu
Zaferin göklere uçan defnelerinden…

Dalgalar, dünyalarına akseden profillerin hatırasıyla,
Bir profil gibi oyar hava denen mermeri
Bir hasrettir ki yaşar denizler kadar,
Alevlerle batan korsan gemileri.

Ve sen denizden gelen bunların hepsi
Sen ki anlamazsın benim kalbimden.
Aşkın ve ölümün büyük yelkenleri arkanda,
Kleopatranın hatıraları, denizden gelen.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA


AĞULU MANTAR

Yağmur bir adım ötemizde
Kabarmış ağulu mantar

Sessizliktir ateşin yanındaki kütük
Suyun ışık değmiş kabuğu

Sen tane tanesin sevgilim
Denizim ben batık aşklarla dolu

Melih Cevdet ANDAY

PAY

Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
İnanırdım saadetli yolculuklara.
Adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz.
Bütün hızımla koşardım dalgalara.
O zaman beni görseydiniz.

Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.

Ama şimdi şu aksam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.

Simdi o akşam saatinde
Donuyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
Denizlerin doymayan sahilinde.

Özdemir ASAF

Gabriela MİSTRAL

PARMAĞINI YİTİREN KÜÇÜK KIZ

Bir midye kapıverdi serçe parmağını,
midye kumlara düştü,
deniz kumları yuttu,
balina avcısı tuttu onu denizde,
balina avcısı Cebelitarık’a geldi,
Cebelitarık’da türkü çığırdı balıkçılar:
“Duyduk duymadık demeyin, denizden
parmağını çıkardık küçük bir kızın,
sahibi kimse gelsin alsın!”

Bir tekne verin bana, gidip alayım,
tekneye bir kaptan verin,
kaptana aylık verin,
kentten toplayın kaptanın aylığını:
kuleleri, alanları, tekneleri var Marsilya’nın,
bütün dünyanın en güzel kenti
güzel olur mu hiç parmaksız bir kızla,
balina avcıları susmak bilmiyor,
bekleşip duruyorlar Cebelitarık’da.

(Türkçesi: Ülkü Tamer)


“Ölü Ozanlar Derneği” : DÜNYA ŞİİRİ

18/09/2009

Olu Ozanlar

DÜNYA ŞİİRİNDEN SEÇİLMİŞ ÖRNEKLER

Antolojide bulunup aşağıdaki  örnekler arasında yer almayan MAYAKOVSKİ, SHAKESPEARE, ARAGON, CİBRAN, NERUDA  BRECHT, HAYYAM, ELUARD, MEVLÂNÂ, BAUDELAİRE, GOETHE, KAVAFİS, LORCA, NEYZEN, NİETZSCHE, YESENİN PUŞKİN, TAGORE, POE, SAPPHO, RİLKE vb. şairlerin seçki kitapları “DÜNYA ŞİİRİ” kategorisinde yer almaktadır.


1.MAYAKOVSK‹ 2.SHAKESPEARE 3.ARAGON 4.C‹BRAN 5.NERUDA  6.BRECHT  7.HAYYAM  8.ELUARD  9.MEVLÂNÂ 10.BAUDELA‹RE   11.GOETHE 12.KAVAF‹S 13.LORCA 14.NEYZEN 15.N‹ETZSCHE  16.YESEN‹N 17.PUfiK‹N 18.TAGORE 19.POE 20.SAPPHO  21.RİLKE

KATULLUS

(I.Ö. 84 – 54)

GECEDEN ÖNCE

Yaşayalım Lesbia’m, sevişelim,
Metelik vermeden homurtusuna,
Kıskanç ve suratsız ihtiyarların.
Batan gün her sabah yeniden doğar;
Ama bu bizdeki süreksiz ışık
Bir kere söndü mü ötesi gece;
Hiç bitmeyen bir gece, tek ve sonsuz,
Bin kere öp beni, öp, yüz kere öp;
Bin kere, sonra yüz kere yeniden
Bin kere, yüz kere, öp, durmadan öp,
Şaşır sayısını, şaşır Lesbia’m,
Şaşır ki sevdamıza göz değmesin

(Türkçesi: Oktay Rifat)


Victor HUGO

(Fransa, 1802 -1885)

SORULAR… SORULAR...

Gözden yaşmı akıtmalı ağlamak isteyince,
Dudaklar gülümserken insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzel ve şuh görüntüler mi aramalı,
Çirkin tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret, özlediğimizden uzaklarda kalmak mıdır,
Özlenen yanımızdayken özlem duyulamaz mı?

Para, eşya, mücevher çalmak mıdır hırsızlık,
Mutlulukları çalmak, hırsızlık sayılmaz mı?

Soldurmak için gülü dalından mı koparmalı,
Pembe bir gonca açıp dalında solamaz mı?

Silah, hançer mi gerekir insanı öldürmek için
Gözler hançer, gülücükler kurşun olamaz mı?

(Türkçesi: Tüzün Gürson)


Mihail LERMONTOV

(Rusya, 1814-1841)

İNCELİKLE SEVDİLER BİRBİRLERİNİ UZUN ZAMAN

……………………….Sie liebten beide doch keiner
……………………….Wollt’es dem andern getehn (Heine)

İncelikle sevdiler birbirlerini uzun zaman
Derin bir tasayla, çılgınca, isyancı bir tutkuyla!
Kaçınıyorlardı itiraftan ve karşılaşmaktan,
Düşman gibi; boştu ve soğuktu konuşmaları da.

Suskun ve gururlu bir acı içinde ayrıldılar,
Bazen ve ancak düşte gördüler yitik sevgiliyi.
Öldüler sonunda, mezar ötesinde buluştular…
Fakat orada da tanımadılar birbirlerini.

(Ataol Behramoğlu)


Stephane MALLARME

(Fransa, 1842-1898)

DENİZ MELTEMİ

Hayır yok tenden artık; hatmedildi kitaplar.
Ah! Bi kaçsam! bilirim, o mest kuşlara diyar,
Bir akl’almaz köpükle göklerin arasında.
Bir şey tutamaz gayrı, gözlerin aynasında
Yanan bahçeler bile, bu deniz kokan gönlü;
Tutamaz ne geceler, ne duran o hüzünlü
Boş kâğıtlar üstüne iğilmiş kandil öyle;
Tutamaz o çocuğunu emziren taze bile,
Gidiyoruz! Kalk, gemi! Yalpanı vur şöyle bir,
Ve sonra al bir günâ âleme doğru demir!
Ümitten onca çekmiş sıkıntı şimdi, dersin,
Hayır duasına mı kanmakta mendillerin?
Belki de bu direkler, fırtınalara davet,
Nâçar bir gün yığılır güverteye… Ne imdat,
Ne görünürde ada ve ne kürek ne yelken;
Ama sen geçme gene gemici türküsünden!

(Can Yücel)


Guillaume APOLLİNAİRE

(Fransa, 1880-1918)

REN GECESİ

Bardağımda şarap, bir alev gibi titriyor.
Bakın kayıkçı ağırdan bir şarkı tutturmuş.
Ayışığında yedi kız görmüş, öyle diyor;
Yeşil saçları ta topuklarını bulurmuş.

Kalkın, türküler söyleyin, oynayın yan yana;
Kayıkçının şarkısını duymayayım gayrı;
Bütün sarışın kızları getirin yanıma:
Saçları örülmüş durgun bakışlı kızları.

Ren sarhoştur, sularına asmalar vuran Ren;
Üzerinde gecelerin altını serili.
Yazı büyüleyen yeşil saçlı perilerden
Bahseder ölü bir ses, son nefesinde gibi.

Bir kahkaha gibi kırılır kadehim birden.

(Orhan Veli – Sabahattin Eyuboğlu)


Ezra POUND

(A.B.D., 1885-1972)

IRMAK-BOYU TACİRİNİN KARISI: BİR MEKTUP

Saçlarım daha alnımın üstünde dümdüz kesiliyken
Ön kapının orda oynardım, çiçek koparırdım.
Sen atçılık oynayarak bambu değneklerinde gelirdin,
Çevremde gezinirdin, mavi eriklerle oynayarak.
Böylece yaşar giderdik Chokan köyünde:
İki küçük insan, tasasız, kuşkusuz.

On dördümde, Efendim, evlendim seninle.
Hiç gülmedim, utangaçtım çünkü.
Başımı öne eğip duvara baktım.
Bin kere çağırıldım da hiç ardıma bakmadım.

On beşimde, somurtmayı bıraktım artık,
Toprağım seninkiyle karışsın istedim
Her zaman seninkiyle, her zaman.
Durmadan üzülecek ne vardı?

On altımda, benden ayrıldın.
Uzak Ku-to-yen’e, ırmağın oralara gittin,
Beş aydır uzaktasın.
Maymunlar üzgün sesler çıkarıyorlar yukarda.

Ayaklarını sürüdün giderken.
Kapının yanını şimdi yosun bürüdü, çeşit çeşit yosun
Öyle kök salmışlar ki temizlenmiyorlar!
Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,
Çifte kelebekler Ağustosla şimdiden sarardı.

Batı bahçesinin çimenleri üstünde;
İncitiyorlar beni. Yaşlanıyorum.
Kiang ırmağı kıyılarından geçip geliyorsan
N’olur bana önceden haber sal,
Çıkıp giderim seni karşılamaya
Cho-fu-Sa’ya kadar.

(Ülkü Tamer)


Anna AHMATOVA

(Rusya, 1888 – 1966)

BİLMİYORUM, YAŞAMAKTA MISIN, ÖLDÜN MÜ ?

Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?
Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni
Yoksa, akşamın yaslı karanlığında
Bir ölüyü mü düşünmeli..

Her şey senin için: Gün boyunca dualarım,
Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;
Şiirlerimin beyaz sürüsü,
Ve mavi yangını gözlerimin..

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile,
Okşayıp bırakanlar bile hatta.

(Ataol Behramoğlu)


e. e. CUMMINGS

(A.B.D., 1894 -1962)

HİÇ GİTMEDİĞİM BİR YERDE

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde
her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni,
birşey dokunamayacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü

ya da beni kapatmaksa istediğin, ben,
hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
renkleriyle yapısının beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri

(Türkçesi: Cevat Çapan)


Jorge Luis BORGES

(Arjantin, 1899-1986)

AN’LAR…

Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Neşeli olurdum, geçmişte olmadığım kadar,
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine de yeterince ciddiyet katardım.
Bu denli temiz, titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Hiç çekinmezdim daha fazla riske girmekten de…
Daha çok yolculuklara çıkar, gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin keyfini…
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boşverirdim kuru nimetlere.

Öyle bir şansım olsaydı eğer, dertlerim de
yalnızca düşlerin değil, yaşamın gerçeğini taşırdı.
İşte onlardan biriydim ben ömrü boyunca hani, her saniyesini
verimli kılmaya çalışan insanlardan biri.
Ama aynı an’lara yeniden geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim, mutlu an’ları…

Farkında değilseniz hâlâ, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİ’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi
ve paraşütsüz yerinden kıpırdamayan bir insandım ben.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
yüksüz, iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum ayakkabıyı.
Hiç bilinmeyen yolları keşfeder, tadına varırdım günışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, yeniden bir şansım olsaydı eğer…

Ama ne çare..  İş işten geçmiş ne yazık ki!
85’indeyim artık ve biliyorum ki… Ölmekteyim.

(Gönül Gönensin)


Yorgo SEFERİS

(Yunanistan, 1900-1971)

DENİZE YAKIN MAĞARALARDA

Denize yakın mağaralarda
bir susuzluk duyarsın, bir aşk,
bir coşku
deniz kabukları gibi sert
alır avucuna tutabilirsin.

Denize yakın mağaralarda
günlerce gözlerinin içine baktım,
ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.

(Cevat Çapan)


Robert  DESNOS

(Fransa, 1900 – 1945)

SENİ ÖYLESİNE DÜŞLEDİM Kİ

……Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.
……Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı  bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
……Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
……Beni günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
……Ey duygusal dengeler.
……Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
……Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin alnına ve dudaklarına belik de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin dudaklarına ve alnına dokunduğum kadar.
……Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum, yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir.

(Eray Canberk)


Attila JOZSEF

(Macaristan, 1905 -1937)

FLORA

Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni
Benden bir çoban köpeği yapmak için kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve incelik duyguları
Göç ettiler onların dünyasından Güney’e.
Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı.
Göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi
Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa
Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa muhtaçsa
Ve klorofile, fışkırmak için topraktan,
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik
Su, taştan evler gerekliyse
Çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
Isıtan bir sevgiye;
İşçi için bilincin
Ve gözüpekliğin anlamı neyse
Yoksul için onurun;
Ve bulanık çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
Ve nasıl gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık, yol gösteren ışık
Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.

(Ataol Behramoğlu)


Yannis RİTSOS

(Yunanistan, 1909 -1990)

DEĞİŞMELER

Pulluğu tarlaya götürdüler,
tarlayı eve getirdi –
bitmeyen bir değiş tokuş başlamıştı
eşyanın anlamını belirleyen.

Kadın kırlangıçlarla yer değiştirdi,
saçaktaki kırlangıç yuvasına oturdu ve şakıdı.
Kırlangıç kadının gergefinin başına geçti
ve yıldızlar, kuşlar, çiçekler ve yelkenliler işledi.

Ağzının ne kadar güzel olduğunu bilseydin,
Görmeyeyim diye gözlerimi öperdin.

(Cevat Çapan)


Konstantin SIMONOV

(Rusya, 1915-1979)

BEKLE BENİ

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarı sıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken beni beklediğini.

(Sacide)


Paul CELAN

(Avusturya, 1920-1970)

BADEMLERDEN SAY BENİ

Say bademleri,
say acı olanı, uyanık tutanı say,
beni de onlara kat:

Gözünü arardım hep, gözünü açtığında,
sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy’in
testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.

Ancak böyle varırdın adına, senin olan,
o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek,
savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi
boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun.

Ölmüş olan o şey senin koluna girer
ve işittiklerin de seninle birleşirdi,
üç olup giderdiniz geceyi katederek.

Beni de acı yap, acı yap beni.
Bademlerden say beni.

(Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy)


Sylvia PLATH

(ABD, 1932 – 1963)

ADAY

Önce, istediğimiz gibi biri misin bakalım?
Takma gözün,
Takma dişlerin, koltuk değneğin,
Askın, çengelin,
Takma göğüslerin

Ya da bir eksiğin olduğunu gösteren dikişlerin
Var mı? Yok mu? Öyleyse ne verebiliriz sana?
Ağlama.
Aç elini.
Boş mu? Boş. Al sana onu dolduracak,

Çay getirecek,
Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak,
Bir el.
Evlenir misin?
Garantisi var,

Kapar açık kalmışsa gözlerin
Ve eriyip gider kederinden.
Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan.
Bakıyorum çırılçıplaksın.
Bu elbiseye ne dersin –

Siyah ve sert biraz, ama iyi oturdu üstüne.
Evlenir misin?
Su geçirmez, dayanıklı her şeye, ateşe,
Damı delip geçen bombaya.
İnan bana, bunun içinden gömerler seni mezara.

Kafana gelince, kusura bakma ama, kafan boş.
Tam sana göre biri var elimde.
Gel şekerim, çık dolaptan.
Evet, ne dersin buna?
Kağıt gibi bembeyaz başlangıçta,

Ama yirmi beş yılda gümüş,
Altın olur elli yılda.
Canlı bir bebek neresinden baksan.
Dikiş diker, yemek yapar,
Konuşur, konuşur, konuşur.

Çalışır durumda, hiç bir eksiği yok.
Açılmış yaran varsa, yara lapası.
Gözün varsa, bir görüntü gözüne.
Evlat, bu senin için son kurtuluş fırsatı.
Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin?

(Cevat Çapan)


Furuğ FERRUHZAD

(İran, 1936 – 1968)

RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK

küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.

(Onat Kutlar – Celal Husrovşahi)