BİR ŞEYİN VAROLUŞU -35- / Hulki Aktunç

30/06/2011

 

BİR ŞEYİN VAROLUŞU  35

 

Mustafa Irgat ile Burhan Uygur’a Mevlüd olsun içün
Karanlık söz ile beyaza dönmüş de varıp varmadığını
Acıklı yüzleriyle hep sormalı olanlar içün söyledim
Bunun burasında sözcükler yok olur, var olur bir şey

Boya ve laf, kendilerini bize doğru aşar gider:

Ölüme başladık mı Mustafa?

Öncelerimizden sakınmak gibi,ölüme
Başladık mı, öncelerimizden bölünmek gibi.

Ve Burhan efendi karanlık fanilasıyla
En ötelerin etle mayalanmış boyasında.

Ölüme başladık mı Mustafa?
Öncelerimizden bölünmek gibi.

Kendimizden birkaç baba sonra
Birkaç anne belki de.
Üç beş oğul birkaç sarı kız sonradır
Belki de karşılayabildiğimiz yaşam.
Çarşı çiçeğindeki toprak, toz ve ölüm.

Taklit hakkı anadilde midir?
Ölüme de başlamıştık Mustafa.

Nedense birlikte görmüştük ikinizi
En son. En son Asmalımescit’te.
Bir cemreye birkaç öğün kaldığı gün
Akşam inmek bilmiyordu. Teta,
Sonsuz umut,ince gül inmiyordu.

Ayışığı karanfil, ay kuyumcusu.
Omuzsuz Burhan diyor ki:
Moustapha, şiir, bir rengin
Parçalanıp unutulması olabilir.

Ustaları canevinden çırak çıkaran
Bir şeydir ve kimse saçıyla bilemez,
Diye ekliyordu Moustapha.

Kim bilir mahallemizin tek çıkmazını?
Tek ordadır ölüm ve bizden dökülür.

Komşu düşmanlar eğrilmiş resimler
Yüz binlerce gözün girer olduğu
Üç kapılı kapılar, pencere kepenkleri.
Tahta,
Bir sesi içe içe bitiriyor ki
Ömrüne biraz Burhan biçiliyordu.

Ece ile bir şiire başlayan adsız kalabilir.
Mustafa, bilinmez de bir ad ile boğuşan.

Mustefa, dedi bu kez: garip mürüvvet,
Bacaklar ve boşluk ve loş gışa! Demin
Ne de erken, şimdi ne geç bir loş gışa!

Buhran mı? Geç canım Burhan, büyütece
Ne gerek? Yazı iridir. Çek gözünü dünyadan
Resim iridir. Diri ve loştur çünkü gışa.

Boşluk da dolduğumuz yerden kalan,
Ölmeye girmemizden kalan,
Bir ve pir olduğumuz bi yerden kalan.

Dilin bir yerlere saklanışı,amin!
Betim ve istekten kopuyordur,amin.

Cihat Beyin ölmediği söyleniyor bugünlerde.
Bir sözcüğe gizlendiğini anlatıyor ve amma
O sözcüğü ararsan –ki bir fiil olmalı- bükünsüz
Bir eylemin bin bir biçimine bürünüp,amin,

Zeminlerden tavanlardan yırtılarak, güneşi de
Koltuğu da yanıltarak, kiremitleri ve bankaları
Ve köpeksi göğü ve kedi ayaklı bir fırçayı bile
Aldatarak, amin, Cihat Beyin ölmediğini
Söylüyorlar Mustafa.

“Ben işe gelemem, bi şeyler düşünürsem
Sana telefon ederim. Tamam mı?” Değil.

Ölmeyi bitirdin Mustafa.

Hulki Aktunç


HIZLA GELİŞECEK KALBİMİZ / Turgut Uyar

28/06/2011

 

HIZLA GELİŞECEK KALBİMİZ

 

hızla gelişecek kalbimiz
kalbimiz hızla.
sürgünlerin umutsuzluğunda
kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar
farksız çarpanların umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umudunda.
sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara
temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda
ve eski dağlarda, eski dağlarda kış
kovalarken ülkesini
hızla gelişecek kalbimiz.
kendi öz hüznümüzün öz tarlasında
bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
kalbimiz
ellerimiz ayaklarımız arasında
ve kimsenin bölemediği şarkıyı
güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
bir haziran uygulayacak sesimize.
sütçünün sesiyle birlikte
erkenci işçilerin sesiyle birlikte
şoförün sesiyle birlikte
sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
yaman sarhoşların sesiyle birlikte
ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların
ve herkesin ve herkesin
sesleriyle birlikte
bir haziran uygulayacak
kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek.

yıkıntılara karışan eski bir bahar
büyük olmaya elverişli bir bahar
eskiden yaşanılmış ve her şeye rağmen
insanlara göre bir bahar
suların kana kestiği yahut
suların kana kestiği bir bahar.
hızla gelişecek kalbimiz
bir mavilik kalıbında
bir odada, en olagel bir odada
en sade, en insanca bir odada
bir kadınla bir erkeğin olduğu bir odada
bir kadın bir erkeğin
bir kadınla bir erkek olduğu
ellerin ve omuz başlarının
birbirini bulduğu.
birden gerçekliğini algılayarak
saat çalınca ve görünce güneşi
birden vazgeçilmezliğini algılayarak
önemli ve gerekli buluşunu kendini
birden hatırlayarak
geleceğe hazırlayınca olanca göğüslerini
ve her şeye ve ölüme kalbimiz
hızla gelişecek
çağımıza pek uygun bir hızla
gelişecek kalbimiz

kalbimiz
yerin ve göğün alt edilmez bir dirilikte olduğu
tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz.
kalbimiz
kalbimiz hızla gelişecek.

Turgut Uyar


ZAMAN KEKEMEYDİ / Ahmet Telli

28/06/2011

 

ZAMAN KEKEMEYDİ

 

Gün bitti, elindeki güller de soldu
anımsanacak neler kaldı bugünden
paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak
belki bir türkü söyleriz geceye karşı
saçlarını tarazlayan bir şafak olur

Zaman kekemeydi ve tarihe sızan
soytarılar gördük gencömrümüzde
ölüm peşimize düşende bir göçebeydik
suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına
bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı

Rüzgâr suyu soğutsun su terli bedenlerimizi
ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları
konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar
gidersek gülüşler azalır buralarda
kim bulur kayıp adresteki dostları

Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana
ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin
ve ancak yeni bir yorumu oluyor aşkın
saçlarından sızan bu karanlık yağmur
ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar

Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü
çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların
ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru
-Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm
kendimi, seni ve bütün dünyayı

Ahmet Telli


RÜZGÂR / Cahit Külebi

26/06/2011

 

RÜZGÂR

 

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.

Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir.
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.

Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.

Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.

Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler…
Toz toprak gözlerine gitmiştir.

Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
Bir gülüþ, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.

Cahit Külebi


KÜS NEFES / Haydar Ergülen

25/06/2011

 

KÜS NEFES

 

sana küstüğümde sen yoktun daha
yokluğuna küsmüştüm sonra sen geldin
kendime isteyemezdim seni öyle güzeldin
şimdi varmışsın gibi küsüyorum yokluğuna

alınganlık, ah, bilmezsin, küsmem de küsülecek
zamanda, n’eyleyim varlığın yokluğundan tenha
senden başka küsülecek kimse mi bıraktın bana
bir ben kaldım bir de bıraktığın küskünlük tenha

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

küsecek kadar sevmeli insan birini
o gelince küsmeli: nerdeydin bunca zaman
niye sevmedin beni, küsecek kimsem yoktu
demeli o varken de kimseye küsmemeli

Haydar Ergülen


ULAK / Enis Batur

18/06/2011

 

ULAK

 

Yıldan yıla geçerken
hikâyeler topladım evlerde,
çıkından çıkına doldum taşırdım
hiçbir yere sığmayan
ölüm dirim haberlerini,
çıkamadığım yokuşları
bağışlıyorum giremediğim
çıkmazları : Doydum
gezdiğim caddelerde
kovandan kovana delik deşik
götürdüğüm uğultulara.
Bir kül ki boşuna : Ben
unutsam, kimse hatırlamaz.

Belki de yenilenmeli ağaçlar.
Boyalar devşirilmeli
mevsimin yapraklarından,
haşarı erguvandan.
Yepyeni fırçalar alınmalı çarşıdan,
insan eliyle germeli bezi tahtaya :
Herkes kendine görülmemiş
bir düş aramalı.

Sen, penceredeki suskun kadın :
Hayatımda ol, kal, öl, istiyorum.

Enis Batur


YILLAR SONRA AŞK ŞARKILARI / Philip Larkin

18/06/2011

 

YILLAR SONRA AŞK ŞARKILARI

 

Saklamıştı şarkı notalarını, öyle az yer tutuyorlardı ki,
Üstelik hoşuna gidiyordu kapakları:
Biri güneşte iyice sararıp solmuş,
Birinin üzerinde yuvarlak izler kalmış bir sürahiden,
Biri de yapıştırılmış, hamaratlığı tuttuğu bir gün.
Sonra da kızının eliyle boyanmış-
Böylece kalmışlar bir köşede, ta ki bir gün
Dul kaldığında, gözüne iliştiler başka bir şey ararken,

O da durup meşkederek hatırladı yeniden.
O uysal ezgilerin birer birer yayılan,
Araları çizgili sözcüklerle nasıl içine işlediğini,
Ve genç olmanın o yanılmaz duygusu
Baharla uyanan bir ağaç gibi dal dal açtı,
İçinde o gizli tazeliğin türküsü,
Ve o birikip duran zamanın kesinliği
Onları ilk çaldığı günlerdeki gibi. Ama ondan da öte,

Aşk, o sözü sık sık edilen göz kamaştırıcı ışık,
Gün gibi doğdu, göstermek için
o aydınlık başının tepede ışıdığını,
Hâlâ çözümler, mutluluklar vaat edip
Saati gelince de batmaya kararlı gibi. Bu yüzden
Güç geldi ona notaları katlayıp yerli yerine koymak,
Ağlamak, bu sözlerin hiç tutulmadığını
Bugün de tutulmayacağını gizlice düşünmeden.

Philip Larkin

Türkçesi: Cevat Çapan


DAĞ KURUSU / Aydan Yalçın

16/06/2011

 

DAĞ KURUSU

 

bu dağı ben diktim
sonra tutup sakladım ellerimi

sular büyütsün
saçları bir tutam kar olsundu
bütün çabam

harfler diktim
aydınlık bir masaya döküldüm sonra
esrik bir cümle oldum
okudum kendimi baştan sona

gözlerim kaysı kurusuydu
uzayıp giden Malatya
ama hiç bir işe yaramadı turunç
reçel olmaktan başka

sesim sesine değdi
ıslaklığımı bağışla

en çok balkon üzümlerini sevdim ben
o şeytani
o en koruk hallerini
güneşe davetlerini bir de
yeter ki barışık olsunlardı
bir şarap şişesiyle

şimdi bacasına küsmüş
kendine tütüyor ev
renkli oylumlara uzayamıyor gece

soba başı mırıltısı değil
gözlerimdeki uyku

ellerim dilsiz bir at
ellerim dağ kurusu

en ağrılı çatlaklarımdan sızıp
ürküttükçe birikiyor sesimde …

Aydan Yalçın


NE GELİR ELİMİZDEN İNSAN OLMAKTAN BAŞKA / Edip Cansever

12/06/2011

 

NE GELİR ELİMİZDEN
İNSAN OLMAKTAN BAŞKA

 

I
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
Deriz ki, “şuram ağrıyor” bir de, “başım dönüyor”, “yanıyor avuçlarım”
Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına
Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-
Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin
Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan
Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan
Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında
Korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında
Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla
Korkunçtur korkunç!
Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla

Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
Anılar bulacaksam – anılar mı dediniz? – ne sesli bir vuruşma
Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
Zorlanmış bir gülüşten – iğrenip birden – kusmalar, bulantılar
bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
Ölüler bulacaksam – ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar –
Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün?
Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda?
Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık bir şey insanın sonsuzunda.
Bu kadarcık bir şey – iyi ya, peki, şimdi kim var sırada? –
Sakın ha! Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
Yok deyin çünkü biz.. Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza!
Örneğin bir kahve falı? Az müzik? Diyorum biraz iskambil!..
Ama hiç seslenmeyelim – seslenmeyelim – içimizden oynayalım.
Ayrıca,

– Dört kişiyiz!
– Hayır on!.
– Bin kişiyiz!
– Bana kalırsa..

Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında?
Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya..
Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz? Ne tuhaf biraz anlıyorum.

– Üç karo!
– Pas diyorum!
– Susalım baylar, dört kupa!

Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz? Susalım!
Susalım – niye susalım – Anılar mı dediniz? Ne sesli bir vuruşma!
Ya sonra? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra?
Gene mi? Başladınız mı? Peki şimdi kim var sırada?
Sakın ha!
Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
Yok deyin çünkü biz..
Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ağzımızla..
Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada olmayı.
İstiyorum – sahi mi? – ama isterseniz siz olun.
Siz olun, biz olalım, kim olacak? – hep böyle oyalansanıza –
Yani; “Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa.”
Gibi oyalansanıza,
Biraz oyalansanıza.

Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmiyecek, biliyorum
Kimse bir gün kemseyi sevmiyecek korkuyorum
Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu hiç bilmiyoruz
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.

Edip Cansever


MERYEM \ Halide Yıldırım

08/06/2011

 

MERYEM

 

…………….. bursa’nın delirme adayı en güzel kızına
…………….. soyadı lâzım olmaz adı Meryem olana!

 

ne çok dolaşmışız içimizin ipliğine
salıncağı mahrem salınıyor ipliğim
kaldırımlardı taş parkelerin
unutmak olmuş sokağın adı
vakitsiz yaşamak olmuş olan

sokağı ucuca ekleyerek çocuklar!
delirebilme olasılığına basarak…
meryem bir uçtan, karşıdan karşı
tırnaktı, kaştı, kaşınmaklar geçiyor

çarmıhta meryem bin salıncak
kabule secdelenir kirpikleri set!
nilüfer deresi dersem titreyerek
hangi tasvire koysam üşüyecek

ağır ağır acele taranmış saç
bir topuz birden nasıl salaş
bir ses düşer gibi omzunda

ah, bu pembelerden çantası
küçücük ellerini düşünün!
körpesi aralanıyor dudaktan
heykelin okula dönüşüdür o

ipekli bürümcüklerin kaçık çorabı
pembesi duruyor bata çıka şubata
topuklarından, memeleri görülebilir aralıktan
kuğusu havalanıyor boynunda

– ah, delirse kurtaracak!

Halide Yıldırım