DÜN GİCE SOHBETİMİZ… / Nev’î

09/12/2009

NEV’Î

(1533-1599)

DÜN GİCE SOHBETİMİZ…

Dün gice sohbetimiz yâr ile rindâne idi
Sâgar idi ben idim şem’ idi pervane idi

Gözü bâdâmını nukl etmiş idik bezmimize
Dirhem-i eşk-i revân anda harifâne idi

Ruhuna dağlarını etmiş idim âyîne
Ser-i gîsûy-ı perişâna elim şâne idi

O gice sâki ile sâgara hacet yoğ idi
Dil ü dîdem bana peymâne vü meyhâne idi

Her gedâ-meşreb olan ol deme ermez Nev’î
O da bir lûtf-i Hudâ bahşîş-i şâhâne idi


ELMA / Cemal Süreya

09/12/2009

ELMA

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul’da bir duvar

Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise

İstanbul’da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine

Adımın bir harfini atıyorum

1956

Cemal SÜREYA


FANTAZYA / Gerard De NERVAL

09/12/2009

GERARD DE NERVAL

(Fransa, 1808-1885

FANTAZYA

Bir hava bilirim, dünyalara değişmem:
Bütün Rossini, Mozart, Weber sizin olsun.
Çok eski bir hava, ağır, hazin, muhteşem:
Yalnız ben duyarım onda ne varsa füsun!

Ne zaman o havayı dinleyecek olsam
Ruhum gençleşiverir birden iki asır.
On dördüncü Louis devridir, vakit akşam!
Batan günle sararmış bir yamaç uzanır.

Camları kızıla çalan renklerle yanar
Kiremitten bir şato, köşeleri taştan.
Etrafı çepçevre bağlar, bahçeler, parklar;
Bir dere akıyor çiçekler arasından.

Kömür gözlü bir kumral en üst pencerede;
Eskidir geçmiş zaman esvapları eski.
Görmüşlüğüm var bu kadını; ama nerede?
Hatırlıyorum, başka bir hayatta belki.

Türkçesi: Cahit Sıtkı Tarancı


2 Deyiş / Âşık Mahzunî

09/12/2009

ÂŞK MAHZUNÎ

(1938 – 17 Mayıs 2002)

BİLMEM AĞLASAM MI…

Mevlam gül diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi

Mahzuni Şerif’im dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir Sultanlar gibi dar ağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı

İŞTE GİDİYORUM

İşte gidiyorum çeşmi siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da

Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin dilinde
Güldün Mahzuni’nin berbat haline
Mervan’ın elinde parelense de

Âşık MAHZUNÎ


İSPANYOL MEYHANESİ / Ümit Yaşar

09/12/2009

İSPANYOL MEYHANESİ

Kararmış tahta masamızda bir şişe şarap,
Gecelerden bir gece bezginiz.
Üstelik adamakıllı sarhoşuz.
Ellerin, ellerimde.
İspanyol meyhanesinde bir kadın
Çığlık çığlığa şarkı söylüyor.
Belli yıkılmış bir kadın.
Hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı.
Zayıf, incecik elli, kalın dudaklı.
Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda;
Yüzümüz al al oluyor.
İçimiz hüzün dolu, kahır dolu,
Gözlerimiz kanlı.
İspanyol meyhanesinde bir gece
Seninle başbaşayız
Üstelik sarhoşuz adamakıllı.
Daha içelim, daha içelim.

Başını dizlerime daya gözlerin kapalı
Ağla biraz,
Bak ben de ağlıyorum.
Ocakta odunlar sönüyor
Görüyor musun?
Çığlık çığlığa bir kadın
Duyuyor musun?
Ah ölelim artık;
Bitsin bu delicesine koşu,
İspanyol meyhanesi yerin dibine batsın.
Yeter! yeter!
Öleceksek ölelim.
Hadi vur kendini şaraba
Kedere ve aşka vur.
Daha içelim, daha içelim.

Alkol duvarını geçelim artık;
Damarlarımızdan ispirto akmalı.
Hey garson!
Sustur şu çığlık sesli kadını.
Söyle masamıza gelsin, içelim.
Hey garson!
Bütün hesaplar benden bu gece sen de iç.
Kapat kapıları;
Yabancı gelmesin.
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü
Kimse bilmesin.
Daha içelim, daha içelim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN



İSPANYOL MEYHANESİNDE SENİ ARADIM / Turhan Oğuzbaş

09/12/2009

TURHAN OĞUZBAŞ

(1933 – 15 Mayıs 1997)

İSPANYOL MEYHANESİNDE
SENİ ARADIM

Bu akşam
Bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un
Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde
Sonra akvaryumlu meyhanede balıklara sordum seni
Canım kıyasıya sarhoş olmak istiyordu
Yokluğun bir karanlık gibiydi içimde
Ağır ve dayanılmaz

İspanyol meyhanesinde
Seni içtim toprak kadehlerden yudum yudum
Önce bir serinlik sardı kanımı
İliklerime kadar üşüdüm
Sonra bir orman yangınında eridi dudaklarım
Ve bütün sokaklarında İstanbul’un
Gece sabahlara dek seni aradım
Ne yana baksam karanlıktı
Oysa güzel kadınlar vardı masamda
Kendinden emin kadınlar
İnce uzun parmaklı, beyaz kadınlar vardı.
Şarap bir yerde o kadınlar gibiydi
İçtikçe başım dönüyordu

Şimdi bütün meyhanelerde kadehler
Senin için uzanır yıldızlara
Bir gitar alaca karanlıkta ilk seranadı
Senin için yapar Madrid’te
Madrid’te şarap renkli horozlar ötüyordu
Seni görür gibi oluyordum
Boğazıma bir şeyler düğümleniyordu
Üflüyordum, yorgundum üstelik
Soğuktu İspanyol Meyhanesi, loştu.
Ve şimdi bütün meyhanelerinde İstanbul’un
Sevenler sarhoştu.

İstanbul meyhanesinde
Ne şömine vardı, ne beyaz halılar
Ama içtiğim her kadehe kokun sinmişti
Başım dönüyordu
İstanbul’u yıkmak geliyordu içimden
İstanbul meyhanesi şarap şarap kokuyordu

Ben gayesizliğin böyle korkunç olduğunu
Bilmezdim… Meyhaneye düşmeden önce
Bir garson halime bakıp
Anladı yıkılmış olduğumu
Canım yeşil şarap istedi-sordum;
‘Yok’ dediler
Sonra gözlerin aklıma geldi
Oturup ağladğm
İspanyol meyhanesinde kadehlerde seni yaşadım

En güzeli seni sevmekmiş meğer
Ölesiye, delice, korkunç
Fırınlarda seni aramakmış ekmek diye
Seni beklemekmiş en iyisi
Ölümü bekleyen hastalara inat

Eski bir meyhane şarkısı vardı
Bir türlü anımsayamadım
Sonra gözlerini düşünüp
Kadehlerde yeşil yeşil yandım

Biliyorum…
Bir gün sen de geleceksin İspanyol Meyhanesi’ne
Bir gün sen de çılgıncasına sarhoş olacaksın
Sevdiğimiz şarkıları söyliyeceksin sabahlara dek
Yeşilköy’de bir güneş doğacak
Şarapsı gecelerimizden
Ama yanımda kadınlar varmış
Ama inceymiş, ama beyazmış, üstelik güzelmiş
Sen yoksun ya, ellerini tutmuyorum ya!
Şarabı aynı kadehten içmiyorum ya!
İspanyol Meyhanesinde seninle ölmek varmış
Vız gelir dünya!
Yorgunum şimdi, bitkinim
Beni unut artık
Söyle garsonlara
Kırılmış bir kadeh gibi bıraksınlar beni
Şimdi ispanyol meyhanesinde bir tahta masada kaldı adım
Yere dökülmüş şaraplara güneş doğuyordu,
Seni unutmadım!


İlle Mavili Mavili / Köroğlu

09/12/2009

KÖROĞLU

(16. yy.)

İLLE MAVİLİ MAVİLİ

Kimisi pınar başında
Kimisi yolun dışında
Al giyen on beş yaşında
İlle mavili mavili

Kimisi dağlarda gezer
Kimisi incisin dizer
Al giyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili

Kimisi odun devşirir
Kimisi kahve pişirir
Al giyen aklım şaşırır
İlle mavili mavili

Köroğlu’m der ki n’olacak
Takdir yerini bulacak
Mavilim kaldı alacak
İlle mavili mavili


Ben Ozanım / Tahsin Saraç

09/12/2009

TAHSİN SARAÇ

(1930 – 29 Haziran 1989)

BEN OZANIM

Yıkık tapınaklara döner kimi kez içim
Eski sağır bir sızıya balkıyan, inceden
Işıdı mı ala bir tan
Ben ozanım
Kaç seviden kurşun yesem
Göveririm kendi külümden yeniden.

Sofada ekmek ve su, göğüste o gül duygu
Yığınların mutluluğu kavgasında hep yerim
Tanrılar karşısında, doğa doğrultusunda
Ben ozan›m
Devrim ateşlerini sonsuz yakacak odun
Toprakta kemiklerim.

Al bahar, yeşil yaprak
Titrerim ak yellerle, dorukta kavak kavak
Ben ozanım
Açlığın kan çizgisinde ve taş dilsizliğinde
Değişip olurum hemen
Suskunluğun o sarı öfkesiyle
Kınında bekleyen soğuk bir bıçak

Kısa çöpün uzun çöple kavgası
Süre gelmiş çağlar boyu
Ama şimdi son evrede, dönemeçte, yargıda
Ben ozanım
Sizin yalnız kolunuz bacağınız
Oysa benim
Hep yüreğim sargıda.


Maria Missakian / Attilâ İlhan

09/12/2009

MARIA MİSSAKİAN

yüksekkaldırım’da bir akşam
maria missakian’i düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam

döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokaklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan

yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris’te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam

Attilâ İLHAN


SAN’A GAZEL / Hüseyin Cahit

09/12/2009

SAN’A GAZEL


Eylül güz’eldi.. ekim ıs’landı.. san ki, sancım
ıs’sız bir buluta ağdı, cân gölgesi san’dım.

Rûhum kılpayı tutundu kuğusuz boynuna,
Leda’nın dili tutuldu, söylen’di.. san’dım.

Hangi sevdâ hangi dağın depreminde gömülü,
bilmem.. ‘siyah anlar’, anlar beni, sandım.

Sanrım anladı beni.. titreyen dil deryasının
kalbine düştü göztaşım, tûfan dindi.. san’dım.

Hep uzak kal, büyüsün Kâf dağım, kanatlarınla
ömrümün cân küresi büyülendi.. san’dım.

Dün silindi.. Gün rüyâda şimdi.. Aslolan yarın…
‘arzu çağı’ hakîkatmiş, ten hayâlî sandım.

Kırma sırçamı Cemşîd, serâbdan göz gözü
görmüyor.. kır kalemi.. söz tükendi.. san’dım.

Hüseyin CAHİT

(MorTaka, 13, Kış 2009)